¤°o._.·(OykuForum) ·._.o°¤

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

¤°o._.·(Sitemize HoŞGeldiniz) ·._.o°¤


    Hz. Yusuf un Kıssası

    Mc_ManYak
    Mc_ManYak
    Admin
    Admin


    Mesaj Sayısı : 167
    Rep Gücü : 254
    Başarı Puanı : 1
    Kayıt tarihi : 14/03/10

    Hz. Yusuf un Kıssası Empty Hz. Yusuf un Kıssası

    Mesaj tarafından Mc_ManYak Paz Mart 21, 2010 7:38 pm

    Hazret-i Yusuf





    Hazreti Yakup, on iki oğlundan en küçüğü olan Yusuf
    aleyhisselâmı

    ileride kendisine peygamberlik rütbesi verileceğini bildiği ve
    onda bu

    sebeple üstün meziyetler gördüğü için daha çok seviyor ve ayrı bir
    alâka

    gösteriyordu.



    Bir gün Yusuf aleyhisselâm babasına dedi ki:



    — Ey babacığım, ben rüyada on bir yıldız ile Güneş'i ve Ay'ı
    gördüm.

    Gördüm onları ki, bana secde ediyorlar!



    Yakub aleyhisselâm ise şöyle dedi:



    — Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak
    kurarlar.

    Çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır. Ve işte böyle rüyada
    gördüğün

    gibi o yüksek ve parlak Semâ varlıklarının sana secde etmeleri
    misâline

    benzer eşsiz bir seçiş ile Rabbin seni derleyip toplayıp ayırarak
    halkın

    en şereflilerinin en yüksek makamında bulunan zatların üstünde
    parlak bir

    makama getirecek. Yani rüya, istikbalin bir misâlini görmektir. O
    misâl

    âleminde o büyük büyük yüksek cisimlerin sana secde eder halde
    görünmesi

    temsil ve teşbih yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana


    Peygamberlik verecek ve büyük büyük insanları senin emrinde
    kılacak,

    onları sana boyun eğdirecek. Ve sana kişide meydana gelen ve
    meydana geliş

    cihetiyle alâkası gizli bulunan sözlerin hadisedeki meallerini
    tâyin

    etmek, rüya tabir eylemek veya vahiy ve ilâhî işaretlerin kolay

    anlaşılmayan inceliklerini anlamak veyahut onlardan ileride
    varacağı

    hakikati anlamak ilminden şanlı bir hisse verecek ve binaenaleyh
    sen de

    benim bu söylediklerimin hak olduğuna muttali olacaksın ve kesbî
    ilimle

    değil vehbî ilimle böyle tâbirler tefsirler yapıp şan alacaksın.
    Hem sana

    hem Yakub Oğullarına nimetini tamamlayacak ki, daha önce iki atan
    ibrahim

    ve Ishak'a tamamladığı gibi. Rabbin seni böylece peygamberliğe
    muvaffak

    kılmış Dünya ve Ahiret'te tam bir şeref ve şana mazhar kılmıştır.
    Şüphe

    yok ki Rabbin bir Alîm'-dir, bir Hakîm'dir. Her şeyi bilir, olmuşu
    da

    bilir, olacağı da bilir ve yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Onun
    için

    kimin seçilmeye lâyık olduğunu da bilir.



    İşte rüyanın kısaca tevili bu idi. Tafsilâtlı olarak tevili
    ise

    ileride meydana gelecek hâdiselerdi.



    Hazreti Yusuf'un ana ve baba kardeşi olan bir kardeşi vardı
    ki, ismi

    Bünyamin idi. Diğer on kardeşi ise yalnız baba bir kardeşleri idi.
    Bu on

    kardeş de kendileri ile ana ve baba bir kardeş olmayan Hazreti
    Yusuf ile

    Bünyamin'i kendilerinden adetâ kardeş saymayarak «Yusuf ve
    biraderi» diye

    tâbir ederek onlardan bahsederlerdi.



    Yusuf aleyhisselâmın üvey kardeşleri bir gün toplanıp dediler
    ki:



    — Yusuf ve biraderi babamıza bizden daha sevgili, biz ise
    birbirimizi

    çok iyi tutan bir kuvvetiz. Doğrusu babamız, belli ki yanılıyor.
    Yusuf'u

    öldürün yahut bir yere atın ki, babanızın yüzü size kalsın ve
    ondan sonra

    iyi bir kavim olasınız.



    İçlerinden bir söz sahibi:



    — Yusuf'u öldürmeyin de bir kuyu dibinde bırakın ki, kafilenin
    biri

    onu bir buluntu olarak bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın!
    dedi.



    Bu teklifi uygun gören kardeşler, Yakub aleyhisselâm'a
    vardılar ve:



    — Ey bizim pederimiz! Sen neden Yusuf hakkında bize inanmıyor,
    onu

    bize güvenmiyorsunuz? Cidden biz onun için ricacıyız ki, yarın onu
    bizimle

    beraber gönder, gezsin, oynasın. Şüphesiz biz onu gözetiriz.
    Kendisine bir

    şey olmaz! dediler.



    Yakub aleyhisselâm:



    — Beni, onu götürmeniz her halde mahzun eder. Korkarım ki onu
    kurt yer

    de haberiniz olmaz! diye endişesini anlattı. Onlar:



    — Allah'a yemin olsun ki, biz birbirimize bağlı bir kuvvet
    iken, onu

    kurt yerse, böyle bir şey oluverse, biz o durumda çok hüsran
    çekeriz, diye

    cevap verdiler ve Yusuf aleyhisselâmı beraberlerinde götürmeye
    babalarını

    razı ettiler.



    Bunun üzerine vaktâ ki, onu götürdüler ve kuyunun dibine
    koymaya karar

    verdiler. Fakat âlemlerin sahibi Allahü Teâlâ, Yusuf aleyhisselâma
    şöyle

    vahyetti:



    — Yemîn olsun ki, sen onlara hiç farkında değiller iken, bu
    işlerini

    haber vereceksin!



    Böylece kardeşleri Yusuf aleyhisselâmı kuyunun dibine
    bıraktılar ve

    yatsı vakti ağlayarak babaları Yakup aleyhisselâm'ın yanına
    geldiler,

    dediler ki:



    — Ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk, Yusuf'u eşyamızın
    yanında

    bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Şimdi biz doğru da
    söylesek

    sen bize inanmazsın. Bir de Yusuf aleyhisselâmın gömleğinin
    üzerinde yalan

    bir kan getirmişlerdi.



    Yakub aleyhisselâm:



    — Yok, dedi. Nefisleriniz sizleri aldatmış ve bir işe
    sevketmiş. Artık

    bir sabr-ı cemil ve Allah'dır ancak yardımına sığınılacak, sizin
    bu

    söylediklerinize karşı, diye söyledi.



    Yusuf aleyhisselâm bu halde kuyu içerisinde beklerken, öteden
    bir

    kafile gelmiş, kuyuya sucularını göndermişlerdi. Sucu geldi,
    kovasını

    kuyunun içine saldı:



    — A... Müjde, bu bir oğlan! diye bağırdı.



    Kafile Yusuf aleyhisselâmı tuttular, ticaret için gizlediler.
    Sonunda

    değersiz bir bahâ ile onu bir kaç dirheme sattılar. Hakkında
    rağbetsiz

    davranıyorlardı. Onu satın alan kimse ise Mısır Azizi



    Yani veziri İtfir idi. Kendisinin zürriyeti olmayıp zevcesi
    Züleyha

    ise bakire bulunuyordu. Itfır, Yusuf aleyhisselâmı zevcesine
    getirip:



    — Buna güzel bak! Umulur ki, bize faydası olacaktır. Yahut
    evlât

    ediniriz kendisini, diye söyledi.



    Yusuf aleyhisselâm kemal çağına erdiği zaman Allahü Teâlâ
    kendisine

    hikmet ve peygamberlik ilmi bahşetti. O, öyle erişti, derken
    hanesinde

    bulunduğu hanım onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları
    kilitleyip:



    — Haydi seninim! dedi.



    Yusuf aleyhisselâm ise bu teklif karşısında:



    — Allah'a sığınırım! Doğrusu o benim efendim, bana güzel
    baktı. Allah

    korusun o iyiliğe karşı böyle şey mi olur? Doğrusu zalimler felah
    bulmaz.

    Döşeğe hainlik etmek, iyiliğe karşı kötülük, ihsana nankörlük
    zulümdür.

    Senin dediğini yaparsak ikimiz de felah bulmayız.



    Yusuf aleyhisselâmın efendisinin hanımı Züleyha ise cidden ona


    niyetini kurmuş, ona tamamen gönlünü vermiş, bütün gayretiyle ona

    kavuşmaya azmetmişti. Yusuf aleyhisselâm da ona kasdedip gitmişti
    amma

    Râbbinin âyetini görmeseydi. Hazreti Yusuf hanımın arzusuna
    muvafakat

    etmedi amma bu onun erkeklik his ve kuvvetinin eksikliği gibi
    tabiatından

    bir noksanlık olduğundan dolayı değil, Rabbinin delilini yani bu
    işin

    haram olduğunu, çirkinliğini bütün hakikatiyle o anda bile
    müşahede

    ediyordu da kaçınıyordu. Yoksa bu helâl olsa idi, o da ona
    azmetmiş

    gitmişti.



    Vuslat olmayınca ikisi bir kapıya koştular, Züleyha Yusuf

    aleyhisselâmın gömleğini arkasından yırttı. Kapının yanında
    Züleyha'nın

    beyine rastgeldiler ve Züleyha hemen:



    — Senin ehline fenalık yapmak isteyenin cezası zindana
    konulmaktan,

    veya elîm bir azâbdan başka nedir? diye suçu Yusuf aleyhisselâmın
    üzerine

    atmaya kalkıştı.



    Hazreti Yusuf bu itham karşısında:



    — O kendisi, benim nefsimden arzu almak istedi, diye bunu
    reddetti.



    Hâdisenin böyle gelişmesinden sonra kimin suçlu olup olmadığı

    araştırılmaya başlanınca, Züleyha'nın yakınlarından bir şahid de
    şöyle

    şahidlik etti:



    — Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmış ise, Züleyha doğru
    söylüyor da

    Yusuf yalancılardandır. Yok eğer gömlek arkadan yırtılmış ise,
    Züleyha

    yalan söylemiş de Yusuf doğrulardandır, dedi.



    Zira odadan önce Yusuf aleyhisselâm kaçmak istemiş, Züleyha
    ise onun

    gömleğini arkadan tutarak çekiştirmiş ve çıkmasını önlemek istemiş
    idi. Bu

    çekişme sırasında da gömlek yırtılmıştı.



    Aziz baktı ki Yusuf aleyhisselâmın gömleği arkasından
    yırtılmış:



    — Anlaşıldı, dedi. O, siz kadınların hilenizden, her halde
    sizin

    hileniz çok büyük. Yusuf, sakın bundan hiç bahsetme, sen de kadın,


    günahına istiğfar et. Cidden sen büyük günahkârlardan oldun! diye
    söyledi.





    Fakat şehirde bir takım kadınlar da:



    — Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murad istiyormuş,
    ona

    aşkından yüreğinin zarı çatlamış, kadın besbelli çıldırmış diye
    konuşmaya

    başladılar.



    Züleyha kadınların bu gizliden gizliye yaptıkları
    dedikodularını

    işittiği zaman, onlara dâvetçi gönderdi ve kendileri için dayalı
    döşeli

    bir sofra hazırladı. Kadınların her birinin eline de birer bıçak
    verdi.

    Beri taraftan da Yusuf aleyhisselâm'a:



    — Çık karşılarına! dedi.



    Kadınlar Yusuf aleyhisselâmı o güzelik içerisinde görür görmez
    çok

    büyüttüler, ona hayran hayran bakacağız diye ellerini doğradılar
    ve:



    — Hâşâ, dediler. Allah için bu bir insan değil, apaçık bir
    güzel

    Melek!



    Bunun üzerine Züleyha:



    — İşte bu gördüğünüz, hakkında beni kötülediğinizdir. Yemîn
    ederim ki,

    ben bunun nefsinden murad istedim de o temiz bir fikirle bundan
    kaçındı.

    Yine yemîn ederim ki, eğer emrimi yerine getirmezse mutlak zindana


    atılacak ve mutlak, muhakkak zelillerden olacaktır! dedi.



    Bu durum karşısında Yusuf aleyhisselâm:



    — Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha
    sevimli,

    eğer sen benden bu kadınların tuzaklarını uzaklaştırmazsan, ben
    onların

    sevdasına düşerim ve cahillerden olurum, diye niyaz etti.



    Bunun üzerine Allahü Teâlâ duasını kabul buyurdu da, o
    kadınların

    tuzaklarını bertaraf etti. Hakikat o, öyle işitici, öyle
    bilicidir.



    Sonra bu kadar delilleri gördükleri halde, Aziz ve "adamlarına
    şu

    görüş galip geldi:



    — Her halükarda Yusuf'u bir müddet zindana atsınlar!



    Yusuf aleyhisselâm ile beraber zindana iki delikanlı daha
    girmişti.

    Birisi:



    — Ben kendimi rüyada görüyorum ki, şarap sıkıyorum, dedi.



    Diğeri de:



    — Ben rüyada kendimi görüyorum ki, başımın üzerinde ekmek
    götürüyorum,

    onu da kuşlar yiyor, dedi ve bize bunların tâbirini haber ver!
    Çünkü biz

    seni mahsûllerden olarak görüyoruz, diye söylediler.



    Hazreti Yusuf dedi ki:



    — Size rızıklanacağınız bir yiyecek gelecek de, her hâlde o
    gelmezden

    önce ben size bunun tâbirini haber vermiş bulunurum. Bu, bana
    Rabbimin

    öğrettiklerindendir. Çünkü ben, Allah'a inanmayan ve hep âhireti
    inkâr

    edenlerden ibaret bulunan bir kavmin milletini bıraktım. Atalarım
    İbrahim

    ve İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim Allah'a hiç bir şeyi
    ortak

    koşmamız olmaz. Bu bize ve insanlara Allah'ın bir fazlıdır. Lâkin

    insanların ekserisi şükretmezler.



    Ey benim, zindan arkadaşlarım, değişik bir çek ilâhlar mı
    hayırlıdır,

    yoksa hepsine galip ve kahhar olan bir Allah mı? Sizin Allah'dan
    başka

    taptıklarınız bir takım kuru isimlerden ibarettir ki, onları siz
    ve

    atalarınız takmışınızdır. Yoksa, Allah, onlara öyle bir saltanat

    indirmemiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, size kendisinden
    başkasına

    tapmamanızı emretti. Doğru ve sabit din budur. Lâkin insanların
    çoğu

    bilmezler.



    Ey benim zindan arkadaşlarım! Gelelim rüyanıza: Biriniz
    efendisine

    yine şarap sunacak, diğeri de asılacak, kuşlar başından yiyecek,
    işte

    fetvasını istediğiniz emir hâllölundu.



    Bir de bunlardan, kurtulacağını zannettiğine, Efendinin
    yanında beni

    an,- diye söyledi. O kimseye de Şeytan, efendisine söylemeyi
    unutturdu da

    Yusuf aleyhisselâm senelerce zindanda kaldı.



    Fakat Allahü Teâlâ kurtuluşunu murad ettiği zaman da bakın
    nasıl bir

    sebep yarattı:



    Bir gün hükümdar:



    — Ben rüyada görüyorum ki, yedi semiz inek, bunları yedi zayıf
    yiyor

    ve yedi yeşil başaklı, diğer yeri de kuru. Ey efendiler, siz rüya
    tâbir

    ediyorsanız, bana rüyamı halledin! dedi.



    Toplanan heyet dediler ki:



    — Rüya dediğin demet demet hayâllerdir. Biz ise hayâllerin
    tevilini

    bilmiyoruz!



    Bu sırada Yusuf aleyhisselâmın zindanda rüyasını tâbir ettiği
    kurtulan

    kimse, nice zaman geçtikten sonra Hazreti Yusuf'u hatırladı da:



    — Ben, size onun tevilini haber veririm, beni gönderin! dedi.
    Sonra

    zindanda Yusuf aleyhisselâma gelerek:



    — Yusuf! Ey Sıddik! Bize şunu hallet: Yedi semiz inek, bunları
    yedi

    zayıf yiyor ve yedi yedi başaklı, diğer yedi de kuru. Ümit ederim
    ki, o

    insanlara cevab ile dönerim, gerektir ki, senin de kadrini
    bilirler, dedi.





    Hazreti Yusuf cevaben dedi ki:



    — Yedi sene mutad olduğu üzere mahsul ekeceksiniz,
    biçtiklerinizi

    başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden başka tabi. Sonra onun

    arkasından yedi kurak sene gelecek, önce biriktirdiklerinizi yiyip


    götürecek, biraz saklayacağınızdan başka tabi. Sonra onun
    arkasından bir

    yıl gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, sıkıp sağacak!



    Yusuf aleyhisselâmın bu tâbirini duyan hükümdar: — Getirin
    bana onu!

    dedi.



    Bunun üzerine zindandan çıkarmak için kendisine adam gelince,
    Hazreti

    Yusuf:



    — Haydi, efendine dön de sor ona: O ellerini doğrayan
    kadınların

    maksadları neymiş? Şüphe yok ki, Rabbim onların hilelerini
    bilicidir,

    dedi.



    Melik de o kadınlara:



    — Derdiniz ne idi ki, o vakit Yusuf'un nefsinden murad almaya

    kalktınız? dedi. Onlar:



    — Hâşâ, dediler. Allah için biz onun aleyhinde bir fenalık
    bilmiyoruz.





    Azizin karısı Züleyha da:



    — Şimdi hak ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murad almak
    istedim. O

    ise şüphesiz doğrulardandır. Bu işte şunun için ki, bilsin,
    hakikaten ben,

    ona gıyabında hıyanet etmedim ve hakikaten Allah hainlerin
    hilecini

    muvaffakiyete erdirmez, dedi.



    Yusuf Aleyhisselâm buyurdu:



    — Ben, nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis cidden
    kötülüğü

    emreden bir kumandandır. Ancak Rabbimin rahmetiyle muamele ettiği

    müstesna. Çünkü Rabbimin mağfiret ve rahmeti çok büyüktür! dedi.



    Hak böyle açığa iyice çıktıktan sonra hükümdar da:



    — Getirin onu bana ki, kendime hass kılayım, kendim için
    tahsis

    edeyim! dedi.



    Bunun üzerine vaktâ ki Yusuf aleyhisselâm ile konuştu ve:



    — Sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevki sahibisin, eminsin!
    dedi.



    Hazreti Yusuf da:



    — Beni arz hazineleri üzerine memur tâyin et. Çünkü ben iyi
    korur, iyi

    bilirim, dedi.



    İşte bu şekilde Hazreti Yusuf Allahü Teâlâ'nın lütfuyla
    Mısır'da makam

    tutup, şanlı bir emniyetle hazinelerin başına geçmiş oluyordu.



    Bir de Yusuf aleyhisselâmın kardeşleri çıkageldiler ve yanına

    girdiler. Hazreti Yusuf derhal onları tanıdı. Onlar ise kendisini

    tanımıyorlardı. Hazreti Yusuf'un kardeşleri de onun daha önce
    hükümdara

    haber verdiği kıtlık seneleri zuhur ettiği zaman zahire için her
    taraftan

    gelip müracaat edenler gibi ona müracaat etmişlerdi, işte görüşme
    bu

    esnada olmuştu. Hazreti Yusuf kardeşlerini bütün hazırlıklarıyla
    teçhiz

    etti ve tam uğurlayacağı sırada:



    — Bana, sizin babanızdan olan bir kardeşi getirin.
    Görüyorsunuz ya

    ben, ölçeği tam ölçüyorum ve ben misafirperverlerin en
    faydalısıyım. Eğer

    onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size bir kile zahire
    yok ve

    bana yaklaşmayın, dedi.



    Hazreti Yusuf'un istediği Bünyamin idi ve onlar da bundan söz

    edildiğini anlamışlardı.



    Onlar da cevaben dediler ki:



    — Her halde onun için babasından izin almaya çalışacağız,
    babası

    bırakmak istemez ama her hâlde biz onu yanından almaya muvaffak
    oluruz.



    Hazreti Yusuf kendi uşaklarına da:



    — Onların sermayelerini de yüklerinin içine koyuverin. Belki

    ailelerine döndükleri zaman bu ayrıca yapılan ihsanı anlarlar da
    yine

    gelirler, dedi. -



    Bu şekilde Hazreti Yusuf'un kardeşleri babaları Yakub
    aleyhisselâm'a

    döndüler ve:



    — Ey pederimiz! Bizden ölçek menedildi. Bu defa kardeşimiz
    Bünyamin'i

    bizimle beraber gönder ki ölçüp alalım. Her halde biz onu muhafaza
    ederiz,

    dediler.



    Hazreti Yakub:



    — Hiç ben onu size inanır, güvenir miyim? Bundan önce onun
    kardeşi

    Yusuf'u emânet ettiğim gibi artık size güvenir miyim? O zaman
    «koruruz»

    demiştiniz, hani ne oldu? Ancak en hayırlı muhafız Allah'-dır ve
    en büyük

    rahmet sahibidir, dedi.



    Derken Hazreti Yakub'un oğulları yüklerini açtılar, baktılar
    ki

    sermayeleri de kendilerine iade edilmiş! Bunun üzerine:



    — Ey pederimiz! Daha ne isteriz? İşte sermayemiz de bize geri

    verilmiş. Yine ailemize erzak getiririz, kardeşimiz Bünyamin'i de
    muhafaza

    eder, hem onun için de bir deve yükü fazla alırız ki bu az bir şey


    dediler.



    Yakub aleyhisselâm:



    — Onu, asla sizinle beraber göndermem. Tâ ki Allah'dan bana
    bir mîsak

    veresiniz, Allah'a yemîn edesiniz. Onu her halû karda bana
    getireceksiniz.

    Her taraftan çevrilip çaresiz kalsanız dahi, dedi.



    Onlar da Allah'dan mîsaklarını verip onun üzerine yemîn
    ettiler.

    Hazreti Yakub:



    — Allah söylediklerimize karşı vekil! dedi ve devamla, ey
    yavrularım!

    Bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla
    beraber ne

    yapsam, sizden hiç bir şeyde Allah'ın takdir ettiğini defedemem.
    Hüküm

    ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. O'nun için bütün
    tevekkül

    sahipleri Allah'a tevekkül etmelidir, diye söyledi.



    Hazreti Yakub'un evlâtları babalarının emrettiği yerden
    Mısır'a

    girdiler. Oradan şehre girmeleri onlardan Allah'ın takdirlerinden
    hiç bir

    şeyi defetmiyordu. Ancak Hazreti Yakub'un nefsindeki bir haceti
    kaza

    etmişti. Yani sadece onun düşündüğü bir tedbir yerine gelmişti.
    Yoksa

    ileride onların başına gelecek olanlardan hiç birine mâni
    olmamıştı.



    Kardeşleri, Yusuf aleyhisselâmın huzuruna girdikleri zaman:



    — İşte emrettiğin biraderimizi, getirdik! diye Bünyamin'i
    takdim

    ettiler. O da:



    — İyi ettiniz, isabet eylediniz, onu nezdimde bulacaksınız!
    dedi,

    kendilerine ikram etti.



    Sonra onlara bir ziyafet verdi ve ikişer ikişer sofraya
    oturttu.

    Bünyamin ise tek kaldı. Tek kalınca da:



    — Şimdi kardeşim Yusuf sağ olsaydı o da beni beraberinde
    oturturdu,

    dedi ve ağladı.



    Yusuf aleyhisselâm da:



    — Biraderiniz tek kaldı, dedi ve onu yanına alıp kendi
    sofrasına

    oturttu.



    Sonra yine her ikisine ayrı ayrı birer yatak odası tahsis
    etti.



    — Bunun ikincisi yok, binaenaleyh bu da benim yanımda olsun,
    diyerek

    kendi odasına götürdü, koklaya koklaya yanında yatırdı.



    Sabah oldu. Yusuf aleyhisselâm Bünyamin'e evlâdı olup
    olmadığını

    sordu, o da:



    — On oğlum var, hepsinin isimlerini kaybolan kardeşim Yusuf'un


    isminden müştak olarak koydum, diye cevap verdi. Bunun üzerine
    Hazreti

    Yusuf:



    — O kaybolan kardeşine karşılık olarak ben kardeşin olsam
    hoşuna gider

    mi? dedi. Bünyamin de:



    — Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Amma ne çare ki sen
    Yakub ve

    Rahil'den doğmuş değilsin! diye içini çekti.



    O zaman Hazreti Yusuf ağladı, kalkıp kardeşinin boynuna
    sarıldı ve

    kendinin hakikî hüviyetini tanıttı da:



    — Ben, ben cidden senin o kaybolan kardeşinim. Bu itibarla
    artık

    aldırma kardeşlerinin geçmişte yaptıklarına ve bu defa da benim

    adamlarımın yapması kararlaştırılan muameleye gücenme, mahzun olma
    ve bu

    anlattıklarımı kimseye sezdirme, duymamış gibi ol, diye tenbih
    etti ve

    macerayı anlattı.



    Hazreti Yusuf daha sonra kardeşlerini bütün hazırlıkları ile
    donattığı

    vakit, su kabını kardeşi Bünyamin'in yükü içerisine koydu. Sonra
    da

    adamlarından birisi bağırdı.



    — Ey kervan! Siz her hal de hırsızlık etmişsiniz.



    Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un kardeşleri bu çağıranlara
    dönüp:



    — Ne arıyorsunuz siz? dediler.



    Onlar da:



    — Hükümdarın su kabını, ölçeğini arıyoruz. Onu getirene bir
    deve yükü

    bahşiş var ve ben onun verileceğine dair kefilim, diye biri cevap
    veriyor.





    Fakat onlar:



    — Allah'a yemîn olsun ki, size muhakkak malûmdur ki biz arzda
    fesad

    çıkarmak için gelmedik, hırsız da değiliz! dediler. Hazreti
    Yusuf'un

    adamları:



    — Şimdi yalancı çıkarsanız cezası nedir? diye sordular. Onlar
    da:



    — Cezası, kimin yükünde çıkarsa işte, o onun cezasıdır. Biz
    nankörlere

    böyle ceza veririz, dediler.



    Bunun üzerine Bünyamin'in yükünden önce diğer kardeşlerinin
    yükleri

    aranmaya başlandı, sonra Hazreti Yusuf o kaybı Bünyamin'in yükü

    içerisinden çıkardı.



    İşte Hazreti Allah, Yusuf aleyhisselâm için böyle bir tedbir

    yapmıştı. Hükümdarın ceza kanununda Yusuf aleyhisselâm kardeşini
    ancak bu

    şekilde bir yolla atabilmesi mümkündü.



    Bünyamin'in kardeşleri, kaybın onun yükünde çıkması üzerine:



    — Eğer o çalmış bulunuyorsa, bundan evvel onun kardeşi —Yusuf
    da

    çalmıştı, dediler.



    Bundan kastettikleri ise şu idi ki, Yusuf aleyhisselâmın
    anasının

    babası bir puta tutkunmuş, Hazreti Yusuf çocukken anasının emriyle
    o putu

    gizlice almış ve kırmış idi.



    Hazreti Yusuf bu ithamdan acılık hissetmedi değil, fakat
    içinde

    gizledi, sabretti ve onların kusurlarına bakmadı da kendi kendine:




    — Siz fena bir mevkîdesiniz. Bu düştüğünüz durumdan dolayı
    mahcub

    oldunuz. Bu bakımdan böyle bir anda hiddetle ağzınızdan
    kaçırdığınız bu

    lâfınıza tahammül gerekir, isnad ettiğiniz vasıfları da Allah
    bilicidir.

    Ben ve kardeşim Bünyamin biliyoruz, Allahü Teâlâ da biliyor ki,
    hakikat

    sizin dediğiniz gibi değil, bizden hırsızlık sâdır olmamıştır. O
    halde

    sizin asılsız sözünüzden niçin alınayım? diye söylendi.



    Bünyamin'in kardeşleri hiddeti ve şaşkınlığı bir an bırakıp
    şefaat ve

    rica yoluna dökülerek ellerinden aldırdıkları kardeşlerini
    kurtarmak için

    kendilerini fedaya razı olarak:



    — Ey şanlı Aziz! dediler, emîn ol ki bunun büyük bir ihtiyar
    babası

    var, onun için yerine birimizi al. Çünkü biz seni ihsan
    sahiplerinden

    görüyoruz.



    Fakat:



    — Allah saklasın; eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden
    başkasını

    alıkoymamızdan. Çünkü öyle yaparsak biz, haddi aşanlardan oluruz!
    cevabını

    aldılar ve çaresiz kaldılar.



    Ümitlerini kesince, fısıldayarak çekildiler ve büyükleri dedi
    ki: —

    Babanızın aleyhinizde Allah üzerine mîsak, yemîn almış olduğunu,
    bundan

    önce Yusuf hakkında işlediğiniz suçu bilmiyor musunuz? Artık ben
    buradan

    ayrılmam, tâ babam bana izin verinceye veya Allâhü Teâlâ hakkımda
    bir

    hüküm tâyin edinceye kadar ki, o hüküm sahiplerinin en
    hayırlısıdır. Siz

    dönün babanıza deyin ki:



    — Ey bizim babamız! İnan oğlun Bünyamin hırsızlık etti. Biz
    ancak

    bildiğimize şahidlik ediyoruz. Yoksa gaybın hafızları değiliz. Hem


    bulunduğumuz şehre, sor, hem içinde geldiğimiz kervana. Emîn ol
    ki, biz

    cidden doğru söylüyoruz.



    Bünyamin'in kardeşleri gelip babaları Yakub aleyhisselâma

    kararlaştırdıkları şekilde söylediler amma hazreti Yakub:



    — Yok, size nefsiniz bir iş yaptırmış. Artık, sabr-ı cemil
    yakındır

    ki, Allah bana hepsini bir getire. Hakikat bu ki, O, bilici ve

    hükmedicidir, dedi ve onlardan yüz çevirip:



    — Ey kederim Yusuf! diye gamlanmaya başladı ve gözlerine ak
    düşüp

    cihanı görmez oldu.



    Artık üzüntüsünden yutkunuyor, yutkunuyordu. Bu durumu
    görenler:.



    — Allah'a yemîn olsun ki, hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun!
    Nihayet gamdan

    eriyeceksin veya helak olanlara karışacaksın, dediler. Hazreti
    Yakub:



    — Ben, dedi, dolgunluğumu, hüznümü ancak Allâhü Teâlâ'ya
    şikâyet

    ederim ve Allah'dan sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim. Ey
    oğullarım

    haydi gidiniz de, Yusuf ile kardeşinden bir haber almak için bütün


    hislerinizle çalışınız, araştırınız. Allah'ın darlıkları aşacak,
    sıkılmış

    sinelere nefes aldırıp ferahlık verecek lütuf ve rahmetinden
    ümitsizliğe

    kapılmayın.



    Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un huzuruna geldiler ve :



    — Ey şanlı Vezir! Bize ve ailemize güçlük bulaştı, pek mühim
    olmayan

    bir sermaye ile geldik, yine bize tam ölçü ver ve bize tasadduk
    buyur.

    Çünkü Allah, tasadduk edenlere mükâfatını verir, dediler.



    Hazreti Yusuf kardeşlerinin halinde kemâle doğru bir
    değişiklik ve

    uyanış hissetmiş ve artık onlara kendisini tanıtma zamanının
    geldiğini

    anlamıştı. Binaenaleyh onlara:



    — Siz, biliyor musunuz? Cahilliğiniz zamanında Yusuf'a ve
    kardeşine ne

    yaptınız? diye sordu.



    Bu beklenmedik tanıtma karşısında hayrete düşen kardeşleri :



    — A, a, sen, sen Yusuf musun? dediler. Hazreti Yusuf :



    — Ben, Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütfuyla nimetler
    ihsan

    buyurdu. Hakikat bu ki, her kim Allah'dan korkar ve sabrederse her
    halde

    Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez! dedi.



    Kardeşleri :



    — Allah'a yemîn olsun ki, Allah seni bize üstün kıldı. Biz
    doğrusu

    büyük suç işlemiş idik, dediler. Hazreti Yusuf :



    — Size karşı bugün bir tekdir yoktur. Allah, sizi mağfireti De


    bağışlar. O, erhamürrahimîn'dir. Şimdi siz benim şu gömleğimi
    götürün de

    babamın yüzüne bırakın, gözü açılır ve bütün taallukâünızla
    toplanıp gelin

    bana, diyerek onlara karşı kendi hakkını da afvetmiş oluyordu.



    Yakub Oğullarının kafilesi Mısır'dan ayrılıp Kenan iline doğru
    yola

    çıktığı zaman Hazreti Yakub :



    — Ben cidden Yusuf'un kokusunu duyuyorum, inanın bana. Beni
    bunak

    yerine koymasaydınız, bana bunaklık isnad etmeseydiniz. Yusuf'a
    olan

    hasretimi ve hüznümü mânâsız bulmayıp takdir etseydiniz, bu sözüme


    inanırdınız! diye haber verdi.



    Fakat o gafil insanlar :



    — Allah'a yemîn olsun ki, sen cidden o eski şaşkınlığında
    devam

    ediyorsun! diyerek hâlâ «Yusuf!» diye sayıklamasını kınadılar.
    Ancak ne

    zaman ki hakikaten kervan gelip müjdeci Yusuf aleyhisselâmın
    gömleğini

    babasının yüzüne bırakıverdi, hemen Hazreti Ya-kub'un gözleri
    açılıverdi

    de:



    — Ben size, Allah'dan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim,
    demedim mi?

    Şimdi anladınız mı Allah, ne büyük ve Peygamberlik ne hakikattir!
    dedi.



    O vakit gelmiş olan oğulları hepsi birden:



    — Ey bizim babamız, bizim günahlarımız için mağfiret talebiyle
    dua

    ediver. Biz hakikaten suçlu idik. Şimdi ise çok pişman olduk!
    dediler. .



    Bununla beraber Yakub aleyhisselâm hemen dua edivermedi de : —
    Yakında

    sizin için Rabbime dua ederim. Şüphe yok ki, O'dur, O, ancak
    mağfiret

    edici ve rahmet edici, dedi.



    Hazreti Yakub bu suretle kendi afvını işaret etmekle beraber
    Allah'dan

    istiğfarını seher vakti veya Cuma gecesi gibi bir kabul vaktini
    gözettiği

    için ve daha doğrusu Hazreti Yusuf'la onları helâllaştırıncaya
    veya onun

    afvını anlayıncaya kadar tehir etmişti. Çünkü mazlumun afn
    mağfiretin

    şartıdır.



    Yakub aleyhisselâm ve hanedanı; Hazreti Yusuf'un istediği gibi
    Mısır'a

    hareket edip yanına vardılar. Hazreti' Yusuf ve hükümdar
    yanlarında dört

    bin asker ve devlet adamı ve bütün Mısır ahalisi ile onları
    karşılamaya

    çıkmışlardı. Hazreti Yakub karşıdan Yehuda'ya dayanarak yürüyordu.


    Karşılamaya gelen ahaliye ve atlıların ihtişam ve kalabalığına
    karşıdan

    bakıp : — Ey Yehuda, şu gelen Mısır'ın Firavunu mu? diye sordu, O
    da:



    — Hayır, oğlun! diye cevap verdi.



    Yaklaştıklarında Hazreti Yusuf'tan evvel Yakub aleyhisselâm
    selâm

    verdi de:



    — Selâm sana, ey hüzünleri gideren! dedi.



    Hazreti Yusuf ebeveynini kucakladı, boyunlarına sarılıp
    bağrına

    basarak hususî yerinde istirahat ettirdi. Bu karşılayış yerinde
    oluyordu.

    Daha sonra:



    — înşaallah, hepiniz emniyet içerisinde Mısır'a giriniz, dedi.
    Böylece

    Mısır'a girdiler ve annesiyle babasını kendisinin bir taht gibi
    olan

    yüksek köşkünün üzerine çıkıp izzet ve ikramda bulundu. Hazreti
    Yusuf için

    anne, babası ve kardeşleri Allah'a şükrolması için secdeye
    kapandılar,

    işte o zaman Yusuf aleyhisselâm:



    — Ey babacığım, işte bu önceden gördüğüm ve senin tâbirini
    yaptığın

    rüyamın tevili! Onu Rabbim hakikaten hak kıldı, Bana lütuf ve
    ihsan

    eyledi. Çünkü beni zindandan kurtardı ve sizi sahadan getirdi.
    Benimle

    kardeşlerimin arasını Şeytan dürtüştürdükten sonra böyle öldü.
    Yani

    benimle kardeşlerim arasında geçen ve kaale alınmaması lâzım gelen
    macera

    ne benden ne de onlardan değil, aramızı bozmak için Şeytanın
    dürtmesinden

    kandırmasından idi. Fakat kardeşlerin arasına Şeytanın sokulması
    ne büyük

    bir belâ idi. Eğer Allah'ın ihsanı yetişmese idi, ne fenalıklar
    olmazdı.

    Binaenaleyh böyle bir belâdan sonra Rabbimin bu ihsanları ne büyük


    ihsandır. Hakikaten Rabbim dilediği emir için tedbiri ne güzel, ne
    hoş, ne

    incedir. Hakikaten O, ancak O'dur hikmet ve ilim sahibi.



    Ey Rabbim, sen bana mülkten bir nasib verdin ve hadiselerin
    tevilinden

    bana bir ilim öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Benim
    dünya ve

    âhirette velîm sensin, beni müslim olarak al ve beni salihler
    zümresine

    ilhak buyur!



    Hazreti Yusuf babasının elinden tutup hazineleri gezdirmiş,
    altın,

    gümüş, cevherler, elbise, silâh vesaire hazinelerini dolaştıktan
    sonra

    yazı yazılacak kırtasiye hazinesine vardıkları zaman, Hazreti
    Yakub : — Ey

    oğlum, bunlar dururken şu sekiz merhalelik mesafeden bana bir
    mektub

    yazmadın ha! Bu ne ilişiksizlik? demiş. Hazreti Yusuf da:



    — Bana Cebrail öyle emretti! diye cevap vermiş. Babası:



    — Peki iyi amma neye sormadın, sen ona benden daha üstünsün?
    demiş ve

    böylece tekrar sual etmişti. Bunun üzerine Hazreti Cebrail:



    — Sen, korkarım ki Yusuf'u kurt yer, dediğinden dolayı Allahü
    Teâlâ

    bana öyle emretti ve «Benden korksa idin» buyurdu, diye cevap
    verdi.



    Hazreti Yakub oğlu Hazreti Yusuf ile beraber yirmi dört sene
    yaşamış,

    sonra vefat etmiş ve Şam tarafında babası îshak aleyhisselâmın
    yanına

    defnolunmasım vasiyet etmiş, Hazreti Yusuf da bizzat kendisi gidip


    babasını oraya defnedip geri dönmüş, sonra da Mısır'da yirmi üç
    sene daha

    yaşamıştı.

      Forum Saati Cuma Kas. 01, 2024 8:23 pm