Hazret-i Yusuf
Hazreti Yakup, on iki oğlundan en küçüğü olan Yusuf
aleyhisselâmı
ileride kendisine peygamberlik rütbesi verileceğini bildiği ve
onda bu
sebeple üstün meziyetler gördüğü için daha çok seviyor ve ayrı bir
alâka
gösteriyordu.
Bir gün Yusuf aleyhisselâm babasına dedi ki:
— Ey babacığım, ben rüyada on bir yıldız ile Güneş'i ve Ay'ı
gördüm.
Gördüm onları ki, bana secde ediyorlar!
Yakub aleyhisselâm ise şöyle dedi:
— Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak
kurarlar.
Çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır. Ve işte böyle rüyada
gördüğün
gibi o yüksek ve parlak Semâ varlıklarının sana secde etmeleri
misâline
benzer eşsiz bir seçiş ile Rabbin seni derleyip toplayıp ayırarak
halkın
en şereflilerinin en yüksek makamında bulunan zatların üstünde
parlak bir
makama getirecek. Yani rüya, istikbalin bir misâlini görmektir. O
misâl
âleminde o büyük büyük yüksek cisimlerin sana secde eder halde
görünmesi
temsil ve teşbih yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana
Peygamberlik verecek ve büyük büyük insanları senin emrinde
kılacak,
onları sana boyun eğdirecek. Ve sana kişide meydana gelen ve
meydana geliş
cihetiyle alâkası gizli bulunan sözlerin hadisedeki meallerini
tâyin
etmek, rüya tabir eylemek veya vahiy ve ilâhî işaretlerin kolay
anlaşılmayan inceliklerini anlamak veyahut onlardan ileride
varacağı
hakikati anlamak ilminden şanlı bir hisse verecek ve binaenaleyh
sen de
benim bu söylediklerimin hak olduğuna muttali olacaksın ve kesbî
ilimle
değil vehbî ilimle böyle tâbirler tefsirler yapıp şan alacaksın.
Hem sana
hem Yakub Oğullarına nimetini tamamlayacak ki, daha önce iki atan
ibrahim
ve Ishak'a tamamladığı gibi. Rabbin seni böylece peygamberliğe
muvaffak
kılmış Dünya ve Ahiret'te tam bir şeref ve şana mazhar kılmıştır.
Şüphe
yok ki Rabbin bir Alîm'-dir, bir Hakîm'dir. Her şeyi bilir, olmuşu
da
bilir, olacağı da bilir ve yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Onun
için
kimin seçilmeye lâyık olduğunu da bilir.
İşte rüyanın kısaca tevili bu idi. Tafsilâtlı olarak tevili
ise
ileride meydana gelecek hâdiselerdi.
Hazreti Yusuf'un ana ve baba kardeşi olan bir kardeşi vardı
ki, ismi
Bünyamin idi. Diğer on kardeşi ise yalnız baba bir kardeşleri idi.
Bu on
kardeş de kendileri ile ana ve baba bir kardeş olmayan Hazreti
Yusuf ile
Bünyamin'i kendilerinden adetâ kardeş saymayarak «Yusuf ve
biraderi» diye
tâbir ederek onlardan bahsederlerdi.
Yusuf aleyhisselâmın üvey kardeşleri bir gün toplanıp dediler
ki:
— Yusuf ve biraderi babamıza bizden daha sevgili, biz ise
birbirimizi
çok iyi tutan bir kuvvetiz. Doğrusu babamız, belli ki yanılıyor.
Yusuf'u
öldürün yahut bir yere atın ki, babanızın yüzü size kalsın ve
ondan sonra
iyi bir kavim olasınız.
İçlerinden bir söz sahibi:
— Yusuf'u öldürmeyin de bir kuyu dibinde bırakın ki, kafilenin
biri
onu bir buluntu olarak bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın!
dedi.
Bu teklifi uygun gören kardeşler, Yakub aleyhisselâm'a
vardılar ve:
— Ey bizim pederimiz! Sen neden Yusuf hakkında bize inanmıyor,
onu
bize güvenmiyorsunuz? Cidden biz onun için ricacıyız ki, yarın onu
bizimle
beraber gönder, gezsin, oynasın. Şüphesiz biz onu gözetiriz.
Kendisine bir
şey olmaz! dediler.
Yakub aleyhisselâm:
— Beni, onu götürmeniz her halde mahzun eder. Korkarım ki onu
kurt yer
de haberiniz olmaz! diye endişesini anlattı. Onlar:
— Allah'a yemin olsun ki, biz birbirimize bağlı bir kuvvet
iken, onu
kurt yerse, böyle bir şey oluverse, biz o durumda çok hüsran
çekeriz, diye
cevap verdiler ve Yusuf aleyhisselâmı beraberlerinde götürmeye
babalarını
razı ettiler.
Bunun üzerine vaktâ ki, onu götürdüler ve kuyunun dibine
koymaya karar
verdiler. Fakat âlemlerin sahibi Allahü Teâlâ, Yusuf aleyhisselâma
şöyle
vahyetti:
— Yemîn olsun ki, sen onlara hiç farkında değiller iken, bu
işlerini
haber vereceksin!
Böylece kardeşleri Yusuf aleyhisselâmı kuyunun dibine
bıraktılar ve
yatsı vakti ağlayarak babaları Yakup aleyhisselâm'ın yanına
geldiler,
dediler ki:
— Ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk, Yusuf'u eşyamızın
yanında
bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Şimdi biz doğru da
söylesek
sen bize inanmazsın. Bir de Yusuf aleyhisselâmın gömleğinin
üzerinde yalan
bir kan getirmişlerdi.
Yakub aleyhisselâm:
— Yok, dedi. Nefisleriniz sizleri aldatmış ve bir işe
sevketmiş. Artık
bir sabr-ı cemil ve Allah'dır ancak yardımına sığınılacak, sizin
bu
söylediklerinize karşı, diye söyledi.
Yusuf aleyhisselâm bu halde kuyu içerisinde beklerken, öteden
bir
kafile gelmiş, kuyuya sucularını göndermişlerdi. Sucu geldi,
kovasını
kuyunun içine saldı:
— A... Müjde, bu bir oğlan! diye bağırdı.
Kafile Yusuf aleyhisselâmı tuttular, ticaret için gizlediler.
Sonunda
değersiz bir bahâ ile onu bir kaç dirheme sattılar. Hakkında
rağbetsiz
davranıyorlardı. Onu satın alan kimse ise Mısır Azizi
Yani veziri İtfir idi. Kendisinin zürriyeti olmayıp zevcesi
Züleyha
ise bakire bulunuyordu. Itfır, Yusuf aleyhisselâmı zevcesine
getirip:
— Buna güzel bak! Umulur ki, bize faydası olacaktır. Yahut
evlât
ediniriz kendisini, diye söyledi.
Yusuf aleyhisselâm kemal çağına erdiği zaman Allahü Teâlâ
kendisine
hikmet ve peygamberlik ilmi bahşetti. O, öyle erişti, derken
hanesinde
bulunduğu hanım onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları
kilitleyip:
— Haydi seninim! dedi.
Yusuf aleyhisselâm ise bu teklif karşısında:
— Allah'a sığınırım! Doğrusu o benim efendim, bana güzel
baktı. Allah
korusun o iyiliğe karşı böyle şey mi olur? Doğrusu zalimler felah
bulmaz.
Döşeğe hainlik etmek, iyiliğe karşı kötülük, ihsana nankörlük
zulümdür.
Senin dediğini yaparsak ikimiz de felah bulmayız.
Yusuf aleyhisselâmın efendisinin hanımı Züleyha ise cidden ona
niyetini kurmuş, ona tamamen gönlünü vermiş, bütün gayretiyle ona
kavuşmaya azmetmişti. Yusuf aleyhisselâm da ona kasdedip gitmişti
amma
Râbbinin âyetini görmeseydi. Hazreti Yusuf hanımın arzusuna
muvafakat
etmedi amma bu onun erkeklik his ve kuvvetinin eksikliği gibi
tabiatından
bir noksanlık olduğundan dolayı değil, Rabbinin delilini yani bu
işin
haram olduğunu, çirkinliğini bütün hakikatiyle o anda bile
müşahede
ediyordu da kaçınıyordu. Yoksa bu helâl olsa idi, o da ona
azmetmiş
gitmişti.
Vuslat olmayınca ikisi bir kapıya koştular, Züleyha Yusuf
aleyhisselâmın gömleğini arkasından yırttı. Kapının yanında
Züleyha'nın
beyine rastgeldiler ve Züleyha hemen:
— Senin ehline fenalık yapmak isteyenin cezası zindana
konulmaktan,
veya elîm bir azâbdan başka nedir? diye suçu Yusuf aleyhisselâmın
üzerine
atmaya kalkıştı.
Hazreti Yusuf bu itham karşısında:
— O kendisi, benim nefsimden arzu almak istedi, diye bunu
reddetti.
Hâdisenin böyle gelişmesinden sonra kimin suçlu olup olmadığı
araştırılmaya başlanınca, Züleyha'nın yakınlarından bir şahid de
şöyle
şahidlik etti:
— Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmış ise, Züleyha doğru
söylüyor da
Yusuf yalancılardandır. Yok eğer gömlek arkadan yırtılmış ise,
Züleyha
yalan söylemiş de Yusuf doğrulardandır, dedi.
Zira odadan önce Yusuf aleyhisselâm kaçmak istemiş, Züleyha
ise onun
gömleğini arkadan tutarak çekiştirmiş ve çıkmasını önlemek istemiş
idi. Bu
çekişme sırasında da gömlek yırtılmıştı.
Aziz baktı ki Yusuf aleyhisselâmın gömleği arkasından
yırtılmış:
— Anlaşıldı, dedi. O, siz kadınların hilenizden, her halde
sizin
hileniz çok büyük. Yusuf, sakın bundan hiç bahsetme, sen de kadın,
günahına istiğfar et. Cidden sen büyük günahkârlardan oldun! diye
söyledi.
Fakat şehirde bir takım kadınlar da:
— Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murad istiyormuş,
ona
aşkından yüreğinin zarı çatlamış, kadın besbelli çıldırmış diye
konuşmaya
başladılar.
Züleyha kadınların bu gizliden gizliye yaptıkları
dedikodularını
işittiği zaman, onlara dâvetçi gönderdi ve kendileri için dayalı
döşeli
bir sofra hazırladı. Kadınların her birinin eline de birer bıçak
verdi.
Beri taraftan da Yusuf aleyhisselâm'a:
— Çık karşılarına! dedi.
Kadınlar Yusuf aleyhisselâmı o güzelik içerisinde görür görmez
çok
büyüttüler, ona hayran hayran bakacağız diye ellerini doğradılar
ve:
— Hâşâ, dediler. Allah için bu bir insan değil, apaçık bir
güzel
Melek!
Bunun üzerine Züleyha:
— İşte bu gördüğünüz, hakkında beni kötülediğinizdir. Yemîn
ederim ki,
ben bunun nefsinden murad istedim de o temiz bir fikirle bundan
kaçındı.
Yine yemîn ederim ki, eğer emrimi yerine getirmezse mutlak zindana
atılacak ve mutlak, muhakkak zelillerden olacaktır! dedi.
Bu durum karşısında Yusuf aleyhisselâm:
— Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha
sevimli,
eğer sen benden bu kadınların tuzaklarını uzaklaştırmazsan, ben
onların
sevdasına düşerim ve cahillerden olurum, diye niyaz etti.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ duasını kabul buyurdu da, o
kadınların
tuzaklarını bertaraf etti. Hakikat o, öyle işitici, öyle
bilicidir.
Sonra bu kadar delilleri gördükleri halde, Aziz ve "adamlarına
şu
görüş galip geldi:
— Her halükarda Yusuf'u bir müddet zindana atsınlar!
Yusuf aleyhisselâm ile beraber zindana iki delikanlı daha
girmişti.
Birisi:
— Ben kendimi rüyada görüyorum ki, şarap sıkıyorum, dedi.
Diğeri de:
— Ben rüyada kendimi görüyorum ki, başımın üzerinde ekmek
götürüyorum,
onu da kuşlar yiyor, dedi ve bize bunların tâbirini haber ver!
Çünkü biz
seni mahsûllerden olarak görüyoruz, diye söylediler.
Hazreti Yusuf dedi ki:
— Size rızıklanacağınız bir yiyecek gelecek de, her hâlde o
gelmezden
önce ben size bunun tâbirini haber vermiş bulunurum. Bu, bana
Rabbimin
öğrettiklerindendir. Çünkü ben, Allah'a inanmayan ve hep âhireti
inkâr
edenlerden ibaret bulunan bir kavmin milletini bıraktım. Atalarım
İbrahim
ve İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim Allah'a hiç bir şeyi
ortak
koşmamız olmaz. Bu bize ve insanlara Allah'ın bir fazlıdır. Lâkin
insanların ekserisi şükretmezler.
Ey benim, zindan arkadaşlarım, değişik bir çek ilâhlar mı
hayırlıdır,
yoksa hepsine galip ve kahhar olan bir Allah mı? Sizin Allah'dan
başka
taptıklarınız bir takım kuru isimlerden ibarettir ki, onları siz
ve
atalarınız takmışınızdır. Yoksa, Allah, onlara öyle bir saltanat
indirmemiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, size kendisinden
başkasına
tapmamanızı emretti. Doğru ve sabit din budur. Lâkin insanların
çoğu
bilmezler.
Ey benim zindan arkadaşlarım! Gelelim rüyanıza: Biriniz
efendisine
yine şarap sunacak, diğeri de asılacak, kuşlar başından yiyecek,
işte
fetvasını istediğiniz emir hâllölundu.
Bir de bunlardan, kurtulacağını zannettiğine, Efendinin
yanında beni
an,- diye söyledi. O kimseye de Şeytan, efendisine söylemeyi
unutturdu da
Yusuf aleyhisselâm senelerce zindanda kaldı.
Fakat Allahü Teâlâ kurtuluşunu murad ettiği zaman da bakın
nasıl bir
sebep yarattı:
Bir gün hükümdar:
— Ben rüyada görüyorum ki, yedi semiz inek, bunları yedi zayıf
yiyor
ve yedi yeşil başaklı, diğer yeri de kuru. Ey efendiler, siz rüya
tâbir
ediyorsanız, bana rüyamı halledin! dedi.
Toplanan heyet dediler ki:
— Rüya dediğin demet demet hayâllerdir. Biz ise hayâllerin
tevilini
bilmiyoruz!
Bu sırada Yusuf aleyhisselâmın zindanda rüyasını tâbir ettiği
kurtulan
kimse, nice zaman geçtikten sonra Hazreti Yusuf'u hatırladı da:
— Ben, size onun tevilini haber veririm, beni gönderin! dedi.
Sonra
zindanda Yusuf aleyhisselâma gelerek:
— Yusuf! Ey Sıddik! Bize şunu hallet: Yedi semiz inek, bunları
yedi
zayıf yiyor ve yedi yedi başaklı, diğer yedi de kuru. Ümit ederim
ki, o
insanlara cevab ile dönerim, gerektir ki, senin de kadrini
bilirler, dedi.
Hazreti Yusuf cevaben dedi ki:
— Yedi sene mutad olduğu üzere mahsul ekeceksiniz,
biçtiklerinizi
başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden başka tabi. Sonra onun
arkasından yedi kurak sene gelecek, önce biriktirdiklerinizi yiyip
götürecek, biraz saklayacağınızdan başka tabi. Sonra onun
arkasından bir
yıl gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, sıkıp sağacak!
Yusuf aleyhisselâmın bu tâbirini duyan hükümdar: — Getirin
bana onu!
dedi.
Bunun üzerine zindandan çıkarmak için kendisine adam gelince,
Hazreti
Yusuf:
— Haydi, efendine dön de sor ona: O ellerini doğrayan
kadınların
maksadları neymiş? Şüphe yok ki, Rabbim onların hilelerini
bilicidir,
dedi.
Melik de o kadınlara:
— Derdiniz ne idi ki, o vakit Yusuf'un nefsinden murad almaya
kalktınız? dedi. Onlar:
— Hâşâ, dediler. Allah için biz onun aleyhinde bir fenalık
bilmiyoruz.
Azizin karısı Züleyha da:
— Şimdi hak ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murad almak
istedim. O
ise şüphesiz doğrulardandır. Bu işte şunun için ki, bilsin,
hakikaten ben,
ona gıyabında hıyanet etmedim ve hakikaten Allah hainlerin
hilecini
muvaffakiyete erdirmez, dedi.
Yusuf Aleyhisselâm buyurdu:
— Ben, nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis cidden
kötülüğü
emreden bir kumandandır. Ancak Rabbimin rahmetiyle muamele ettiği
müstesna. Çünkü Rabbimin mağfiret ve rahmeti çok büyüktür! dedi.
Hak böyle açığa iyice çıktıktan sonra hükümdar da:
— Getirin onu bana ki, kendime hass kılayım, kendim için
tahsis
edeyim! dedi.
Bunun üzerine vaktâ ki Yusuf aleyhisselâm ile konuştu ve:
— Sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevki sahibisin, eminsin!
dedi.
Hazreti Yusuf da:
— Beni arz hazineleri üzerine memur tâyin et. Çünkü ben iyi
korur, iyi
bilirim, dedi.
İşte bu şekilde Hazreti Yusuf Allahü Teâlâ'nın lütfuyla
Mısır'da makam
tutup, şanlı bir emniyetle hazinelerin başına geçmiş oluyordu.
Bir de Yusuf aleyhisselâmın kardeşleri çıkageldiler ve yanına
girdiler. Hazreti Yusuf derhal onları tanıdı. Onlar ise kendisini
tanımıyorlardı. Hazreti Yusuf'un kardeşleri de onun daha önce
hükümdara
haber verdiği kıtlık seneleri zuhur ettiği zaman zahire için her
taraftan
gelip müracaat edenler gibi ona müracaat etmişlerdi, işte görüşme
bu
esnada olmuştu. Hazreti Yusuf kardeşlerini bütün hazırlıklarıyla
teçhiz
etti ve tam uğurlayacağı sırada:
— Bana, sizin babanızdan olan bir kardeşi getirin.
Görüyorsunuz ya
ben, ölçeği tam ölçüyorum ve ben misafirperverlerin en
faydalısıyım. Eğer
onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size bir kile zahire
yok ve
bana yaklaşmayın, dedi.
Hazreti Yusuf'un istediği Bünyamin idi ve onlar da bundan söz
edildiğini anlamışlardı.
Onlar da cevaben dediler ki:
— Her halde onun için babasından izin almaya çalışacağız,
babası
bırakmak istemez ama her hâlde biz onu yanından almaya muvaffak
oluruz.
Hazreti Yusuf kendi uşaklarına da:
— Onların sermayelerini de yüklerinin içine koyuverin. Belki
ailelerine döndükleri zaman bu ayrıca yapılan ihsanı anlarlar da
yine
gelirler, dedi. -
Bu şekilde Hazreti Yusuf'un kardeşleri babaları Yakub
aleyhisselâm'a
döndüler ve:
— Ey pederimiz! Bizden ölçek menedildi. Bu defa kardeşimiz
Bünyamin'i
bizimle beraber gönder ki ölçüp alalım. Her halde biz onu muhafaza
ederiz,
dediler.
Hazreti Yakub:
— Hiç ben onu size inanır, güvenir miyim? Bundan önce onun
kardeşi
Yusuf'u emânet ettiğim gibi artık size güvenir miyim? O zaman
«koruruz»
demiştiniz, hani ne oldu? Ancak en hayırlı muhafız Allah'-dır ve
en büyük
rahmet sahibidir, dedi.
Derken Hazreti Yakub'un oğulları yüklerini açtılar, baktılar
ki
sermayeleri de kendilerine iade edilmiş! Bunun üzerine:
— Ey pederimiz! Daha ne isteriz? İşte sermayemiz de bize geri
verilmiş. Yine ailemize erzak getiririz, kardeşimiz Bünyamin'i de
muhafaza
eder, hem onun için de bir deve yükü fazla alırız ki bu az bir şey
dediler.
Yakub aleyhisselâm:
— Onu, asla sizinle beraber göndermem. Tâ ki Allah'dan bana
bir mîsak
veresiniz, Allah'a yemîn edesiniz. Onu her halû karda bana
getireceksiniz.
Her taraftan çevrilip çaresiz kalsanız dahi, dedi.
Onlar da Allah'dan mîsaklarını verip onun üzerine yemîn
ettiler.
Hazreti Yakub:
— Allah söylediklerimize karşı vekil! dedi ve devamla, ey
yavrularım!
Bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla
beraber ne
yapsam, sizden hiç bir şeyde Allah'ın takdir ettiğini defedemem.
Hüküm
ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. O'nun için bütün
tevekkül
sahipleri Allah'a tevekkül etmelidir, diye söyledi.
Hazreti Yakub'un evlâtları babalarının emrettiği yerden
Mısır'a
girdiler. Oradan şehre girmeleri onlardan Allah'ın takdirlerinden
hiç bir
şeyi defetmiyordu. Ancak Hazreti Yakub'un nefsindeki bir haceti
kaza
etmişti. Yani sadece onun düşündüğü bir tedbir yerine gelmişti.
Yoksa
ileride onların başına gelecek olanlardan hiç birine mâni
olmamıştı.
Kardeşleri, Yusuf aleyhisselâmın huzuruna girdikleri zaman:
— İşte emrettiğin biraderimizi, getirdik! diye Bünyamin'i
takdim
ettiler. O da:
— İyi ettiniz, isabet eylediniz, onu nezdimde bulacaksınız!
dedi,
kendilerine ikram etti.
Sonra onlara bir ziyafet verdi ve ikişer ikişer sofraya
oturttu.
Bünyamin ise tek kaldı. Tek kalınca da:
— Şimdi kardeşim Yusuf sağ olsaydı o da beni beraberinde
oturturdu,
dedi ve ağladı.
Yusuf aleyhisselâm da:
— Biraderiniz tek kaldı, dedi ve onu yanına alıp kendi
sofrasına
oturttu.
Sonra yine her ikisine ayrı ayrı birer yatak odası tahsis
etti.
— Bunun ikincisi yok, binaenaleyh bu da benim yanımda olsun,
diyerek
kendi odasına götürdü, koklaya koklaya yanında yatırdı.
Sabah oldu. Yusuf aleyhisselâm Bünyamin'e evlâdı olup
olmadığını
sordu, o da:
— On oğlum var, hepsinin isimlerini kaybolan kardeşim Yusuf'un
isminden müştak olarak koydum, diye cevap verdi. Bunun üzerine
Hazreti
Yusuf:
— O kaybolan kardeşine karşılık olarak ben kardeşin olsam
hoşuna gider
mi? dedi. Bünyamin de:
— Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Amma ne çare ki sen
Yakub ve
Rahil'den doğmuş değilsin! diye içini çekti.
O zaman Hazreti Yusuf ağladı, kalkıp kardeşinin boynuna
sarıldı ve
kendinin hakikî hüviyetini tanıttı da:
— Ben, ben cidden senin o kaybolan kardeşinim. Bu itibarla
artık
aldırma kardeşlerinin geçmişte yaptıklarına ve bu defa da benim
adamlarımın yapması kararlaştırılan muameleye gücenme, mahzun olma
ve bu
anlattıklarımı kimseye sezdirme, duymamış gibi ol, diye tenbih
etti ve
macerayı anlattı.
Hazreti Yusuf daha sonra kardeşlerini bütün hazırlıkları ile
donattığı
vakit, su kabını kardeşi Bünyamin'in yükü içerisine koydu. Sonra
da
adamlarından birisi bağırdı.
— Ey kervan! Siz her hal de hırsızlık etmişsiniz.
Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un kardeşleri bu çağıranlara
dönüp:
— Ne arıyorsunuz siz? dediler.
Onlar da:
— Hükümdarın su kabını, ölçeğini arıyoruz. Onu getirene bir
deve yükü
bahşiş var ve ben onun verileceğine dair kefilim, diye biri cevap
veriyor.
Fakat onlar:
— Allah'a yemîn olsun ki, size muhakkak malûmdur ki biz arzda
fesad
çıkarmak için gelmedik, hırsız da değiliz! dediler. Hazreti
Yusuf'un
adamları:
— Şimdi yalancı çıkarsanız cezası nedir? diye sordular. Onlar
da:
— Cezası, kimin yükünde çıkarsa işte, o onun cezasıdır. Biz
nankörlere
böyle ceza veririz, dediler.
Bunun üzerine Bünyamin'in yükünden önce diğer kardeşlerinin
yükleri
aranmaya başlandı, sonra Hazreti Yusuf o kaybı Bünyamin'in yükü
içerisinden çıkardı.
İşte Hazreti Allah, Yusuf aleyhisselâm için böyle bir tedbir
yapmıştı. Hükümdarın ceza kanununda Yusuf aleyhisselâm kardeşini
ancak bu
şekilde bir yolla atabilmesi mümkündü.
Bünyamin'in kardeşleri, kaybın onun yükünde çıkması üzerine:
— Eğer o çalmış bulunuyorsa, bundan evvel onun kardeşi —Yusuf
da
çalmıştı, dediler.
Bundan kastettikleri ise şu idi ki, Yusuf aleyhisselâmın
anasının
babası bir puta tutkunmuş, Hazreti Yusuf çocukken anasının emriyle
o putu
gizlice almış ve kırmış idi.
Hazreti Yusuf bu ithamdan acılık hissetmedi değil, fakat
içinde
gizledi, sabretti ve onların kusurlarına bakmadı da kendi kendine:
— Siz fena bir mevkîdesiniz. Bu düştüğünüz durumdan dolayı
mahcub
oldunuz. Bu bakımdan böyle bir anda hiddetle ağzınızdan
kaçırdığınız bu
lâfınıza tahammül gerekir, isnad ettiğiniz vasıfları da Allah
bilicidir.
Ben ve kardeşim Bünyamin biliyoruz, Allahü Teâlâ da biliyor ki,
hakikat
sizin dediğiniz gibi değil, bizden hırsızlık sâdır olmamıştır. O
halde
sizin asılsız sözünüzden niçin alınayım? diye söylendi.
Bünyamin'in kardeşleri hiddeti ve şaşkınlığı bir an bırakıp
şefaat ve
rica yoluna dökülerek ellerinden aldırdıkları kardeşlerini
kurtarmak için
kendilerini fedaya razı olarak:
— Ey şanlı Aziz! dediler, emîn ol ki bunun büyük bir ihtiyar
babası
var, onun için yerine birimizi al. Çünkü biz seni ihsan
sahiplerinden
görüyoruz.
Fakat:
— Allah saklasın; eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden
başkasını
alıkoymamızdan. Çünkü öyle yaparsak biz, haddi aşanlardan oluruz!
cevabını
aldılar ve çaresiz kaldılar.
Ümitlerini kesince, fısıldayarak çekildiler ve büyükleri dedi
ki: —
Babanızın aleyhinizde Allah üzerine mîsak, yemîn almış olduğunu,
bundan
önce Yusuf hakkında işlediğiniz suçu bilmiyor musunuz? Artık ben
buradan
ayrılmam, tâ babam bana izin verinceye veya Allâhü Teâlâ hakkımda
bir
hüküm tâyin edinceye kadar ki, o hüküm sahiplerinin en
hayırlısıdır. Siz
dönün babanıza deyin ki:
— Ey bizim babamız! İnan oğlun Bünyamin hırsızlık etti. Biz
ancak
bildiğimize şahidlik ediyoruz. Yoksa gaybın hafızları değiliz. Hem
bulunduğumuz şehre, sor, hem içinde geldiğimiz kervana. Emîn ol
ki, biz
cidden doğru söylüyoruz.
Bünyamin'in kardeşleri gelip babaları Yakub aleyhisselâma
kararlaştırdıkları şekilde söylediler amma hazreti Yakub:
— Yok, size nefsiniz bir iş yaptırmış. Artık, sabr-ı cemil
yakındır
ki, Allah bana hepsini bir getire. Hakikat bu ki, O, bilici ve
hükmedicidir, dedi ve onlardan yüz çevirip:
— Ey kederim Yusuf! diye gamlanmaya başladı ve gözlerine ak
düşüp
cihanı görmez oldu.
Artık üzüntüsünden yutkunuyor, yutkunuyordu. Bu durumu
görenler:.
— Allah'a yemîn olsun ki, hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun!
Nihayet gamdan
eriyeceksin veya helak olanlara karışacaksın, dediler. Hazreti
Yakub:
— Ben, dedi, dolgunluğumu, hüznümü ancak Allâhü Teâlâ'ya
şikâyet
ederim ve Allah'dan sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim. Ey
oğullarım
haydi gidiniz de, Yusuf ile kardeşinden bir haber almak için bütün
hislerinizle çalışınız, araştırınız. Allah'ın darlıkları aşacak,
sıkılmış
sinelere nefes aldırıp ferahlık verecek lütuf ve rahmetinden
ümitsizliğe
kapılmayın.
Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un huzuruna geldiler ve :
— Ey şanlı Vezir! Bize ve ailemize güçlük bulaştı, pek mühim
olmayan
bir sermaye ile geldik, yine bize tam ölçü ver ve bize tasadduk
buyur.
Çünkü Allah, tasadduk edenlere mükâfatını verir, dediler.
Hazreti Yusuf kardeşlerinin halinde kemâle doğru bir
değişiklik ve
uyanış hissetmiş ve artık onlara kendisini tanıtma zamanının
geldiğini
anlamıştı. Binaenaleyh onlara:
— Siz, biliyor musunuz? Cahilliğiniz zamanında Yusuf'a ve
kardeşine ne
yaptınız? diye sordu.
Bu beklenmedik tanıtma karşısında hayrete düşen kardeşleri :
— A, a, sen, sen Yusuf musun? dediler. Hazreti Yusuf :
— Ben, Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütfuyla nimetler
ihsan
buyurdu. Hakikat bu ki, her kim Allah'dan korkar ve sabrederse her
halde
Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez! dedi.
Kardeşleri :
— Allah'a yemîn olsun ki, Allah seni bize üstün kıldı. Biz
doğrusu
büyük suç işlemiş idik, dediler. Hazreti Yusuf :
— Size karşı bugün bir tekdir yoktur. Allah, sizi mağfireti De
bağışlar. O, erhamürrahimîn'dir. Şimdi siz benim şu gömleğimi
götürün de
babamın yüzüne bırakın, gözü açılır ve bütün taallukâünızla
toplanıp gelin
bana, diyerek onlara karşı kendi hakkını da afvetmiş oluyordu.
Yakub Oğullarının kafilesi Mısır'dan ayrılıp Kenan iline doğru
yola
çıktığı zaman Hazreti Yakub :
— Ben cidden Yusuf'un kokusunu duyuyorum, inanın bana. Beni
bunak
yerine koymasaydınız, bana bunaklık isnad etmeseydiniz. Yusuf'a
olan
hasretimi ve hüznümü mânâsız bulmayıp takdir etseydiniz, bu sözüme
inanırdınız! diye haber verdi.
Fakat o gafil insanlar :
— Allah'a yemîn olsun ki, sen cidden o eski şaşkınlığında
devam
ediyorsun! diyerek hâlâ «Yusuf!» diye sayıklamasını kınadılar.
Ancak ne
zaman ki hakikaten kervan gelip müjdeci Yusuf aleyhisselâmın
gömleğini
babasının yüzüne bırakıverdi, hemen Hazreti Ya-kub'un gözleri
açılıverdi
de:
— Ben size, Allah'dan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim,
demedim mi?
Şimdi anladınız mı Allah, ne büyük ve Peygamberlik ne hakikattir!
dedi.
O vakit gelmiş olan oğulları hepsi birden:
— Ey bizim babamız, bizim günahlarımız için mağfiret talebiyle
dua
ediver. Biz hakikaten suçlu idik. Şimdi ise çok pişman olduk!
dediler. .
Bununla beraber Yakub aleyhisselâm hemen dua edivermedi de : —
Yakında
sizin için Rabbime dua ederim. Şüphe yok ki, O'dur, O, ancak
mağfiret
edici ve rahmet edici, dedi.
Hazreti Yakub bu suretle kendi afvını işaret etmekle beraber
Allah'dan
istiğfarını seher vakti veya Cuma gecesi gibi bir kabul vaktini
gözettiği
için ve daha doğrusu Hazreti Yusuf'la onları helâllaştırıncaya
veya onun
afvını anlayıncaya kadar tehir etmişti. Çünkü mazlumun afn
mağfiretin
şartıdır.
Yakub aleyhisselâm ve hanedanı; Hazreti Yusuf'un istediği gibi
Mısır'a
hareket edip yanına vardılar. Hazreti' Yusuf ve hükümdar
yanlarında dört
bin asker ve devlet adamı ve bütün Mısır ahalisi ile onları
karşılamaya
çıkmışlardı. Hazreti Yakub karşıdan Yehuda'ya dayanarak yürüyordu.
Karşılamaya gelen ahaliye ve atlıların ihtişam ve kalabalığına
karşıdan
bakıp : — Ey Yehuda, şu gelen Mısır'ın Firavunu mu? diye sordu, O
da:
— Hayır, oğlun! diye cevap verdi.
Yaklaştıklarında Hazreti Yusuf'tan evvel Yakub aleyhisselâm
selâm
verdi de:
— Selâm sana, ey hüzünleri gideren! dedi.
Hazreti Yusuf ebeveynini kucakladı, boyunlarına sarılıp
bağrına
basarak hususî yerinde istirahat ettirdi. Bu karşılayış yerinde
oluyordu.
Daha sonra:
— înşaallah, hepiniz emniyet içerisinde Mısır'a giriniz, dedi.
Böylece
Mısır'a girdiler ve annesiyle babasını kendisinin bir taht gibi
olan
yüksek köşkünün üzerine çıkıp izzet ve ikramda bulundu. Hazreti
Yusuf için
anne, babası ve kardeşleri Allah'a şükrolması için secdeye
kapandılar,
işte o zaman Yusuf aleyhisselâm:
— Ey babacığım, işte bu önceden gördüğüm ve senin tâbirini
yaptığın
rüyamın tevili! Onu Rabbim hakikaten hak kıldı, Bana lütuf ve
ihsan
eyledi. Çünkü beni zindandan kurtardı ve sizi sahadan getirdi.
Benimle
kardeşlerimin arasını Şeytan dürtüştürdükten sonra böyle öldü.
Yani
benimle kardeşlerim arasında geçen ve kaale alınmaması lâzım gelen
macera
ne benden ne de onlardan değil, aramızı bozmak için Şeytanın
dürtmesinden
kandırmasından idi. Fakat kardeşlerin arasına Şeytanın sokulması
ne büyük
bir belâ idi. Eğer Allah'ın ihsanı yetişmese idi, ne fenalıklar
olmazdı.
Binaenaleyh böyle bir belâdan sonra Rabbimin bu ihsanları ne büyük
ihsandır. Hakikaten Rabbim dilediği emir için tedbiri ne güzel, ne
hoş, ne
incedir. Hakikaten O, ancak O'dur hikmet ve ilim sahibi.
Ey Rabbim, sen bana mülkten bir nasib verdin ve hadiselerin
tevilinden
bana bir ilim öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Benim
dünya ve
âhirette velîm sensin, beni müslim olarak al ve beni salihler
zümresine
ilhak buyur!
Hazreti Yusuf babasının elinden tutup hazineleri gezdirmiş,
altın,
gümüş, cevherler, elbise, silâh vesaire hazinelerini dolaştıktan
sonra
yazı yazılacak kırtasiye hazinesine vardıkları zaman, Hazreti
Yakub : — Ey
oğlum, bunlar dururken şu sekiz merhalelik mesafeden bana bir
mektub
yazmadın ha! Bu ne ilişiksizlik? demiş. Hazreti Yusuf da:
— Bana Cebrail öyle emretti! diye cevap vermiş. Babası:
— Peki iyi amma neye sormadın, sen ona benden daha üstünsün?
demiş ve
böylece tekrar sual etmişti. Bunun üzerine Hazreti Cebrail:
— Sen, korkarım ki Yusuf'u kurt yer, dediğinden dolayı Allahü
Teâlâ
bana öyle emretti ve «Benden korksa idin» buyurdu, diye cevap
verdi.
Hazreti Yakub oğlu Hazreti Yusuf ile beraber yirmi dört sene
yaşamış,
sonra vefat etmiş ve Şam tarafında babası îshak aleyhisselâmın
yanına
defnolunmasım vasiyet etmiş, Hazreti Yusuf da bizzat kendisi gidip
babasını oraya defnedip geri dönmüş, sonra da Mısır'da yirmi üç
sene daha
yaşamıştı.
Hazreti Yakup, on iki oğlundan en küçüğü olan Yusuf
aleyhisselâmı
ileride kendisine peygamberlik rütbesi verileceğini bildiği ve
onda bu
sebeple üstün meziyetler gördüğü için daha çok seviyor ve ayrı bir
alâka
gösteriyordu.
Bir gün Yusuf aleyhisselâm babasına dedi ki:
— Ey babacığım, ben rüyada on bir yıldız ile Güneş'i ve Ay'ı
gördüm.
Gördüm onları ki, bana secde ediyorlar!
Yakub aleyhisselâm ise şöyle dedi:
— Yavrum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak
kurarlar.
Çünkü Şeytan insana belli bir düşmandır. Ve işte böyle rüyada
gördüğün
gibi o yüksek ve parlak Semâ varlıklarının sana secde etmeleri
misâline
benzer eşsiz bir seçiş ile Rabbin seni derleyip toplayıp ayırarak
halkın
en şereflilerinin en yüksek makamında bulunan zatların üstünde
parlak bir
makama getirecek. Yani rüya, istikbalin bir misâlini görmektir. O
misâl
âleminde o büyük büyük yüksek cisimlerin sana secde eder halde
görünmesi
temsil ve teşbih yoluyla şuna delâlet eder ki, ileride Rabbin sana
Peygamberlik verecek ve büyük büyük insanları senin emrinde
kılacak,
onları sana boyun eğdirecek. Ve sana kişide meydana gelen ve
meydana geliş
cihetiyle alâkası gizli bulunan sözlerin hadisedeki meallerini
tâyin
etmek, rüya tabir eylemek veya vahiy ve ilâhî işaretlerin kolay
anlaşılmayan inceliklerini anlamak veyahut onlardan ileride
varacağı
hakikati anlamak ilminden şanlı bir hisse verecek ve binaenaleyh
sen de
benim bu söylediklerimin hak olduğuna muttali olacaksın ve kesbî
ilimle
değil vehbî ilimle böyle tâbirler tefsirler yapıp şan alacaksın.
Hem sana
hem Yakub Oğullarına nimetini tamamlayacak ki, daha önce iki atan
ibrahim
ve Ishak'a tamamladığı gibi. Rabbin seni böylece peygamberliğe
muvaffak
kılmış Dünya ve Ahiret'te tam bir şeref ve şana mazhar kılmıştır.
Şüphe
yok ki Rabbin bir Alîm'-dir, bir Hakîm'dir. Her şeyi bilir, olmuşu
da
bilir, olacağı da bilir ve yaptığını ilim ve hikmetle yapar. Onun
için
kimin seçilmeye lâyık olduğunu da bilir.
İşte rüyanın kısaca tevili bu idi. Tafsilâtlı olarak tevili
ise
ileride meydana gelecek hâdiselerdi.
Hazreti Yusuf'un ana ve baba kardeşi olan bir kardeşi vardı
ki, ismi
Bünyamin idi. Diğer on kardeşi ise yalnız baba bir kardeşleri idi.
Bu on
kardeş de kendileri ile ana ve baba bir kardeş olmayan Hazreti
Yusuf ile
Bünyamin'i kendilerinden adetâ kardeş saymayarak «Yusuf ve
biraderi» diye
tâbir ederek onlardan bahsederlerdi.
Yusuf aleyhisselâmın üvey kardeşleri bir gün toplanıp dediler
ki:
— Yusuf ve biraderi babamıza bizden daha sevgili, biz ise
birbirimizi
çok iyi tutan bir kuvvetiz. Doğrusu babamız, belli ki yanılıyor.
Yusuf'u
öldürün yahut bir yere atın ki, babanızın yüzü size kalsın ve
ondan sonra
iyi bir kavim olasınız.
İçlerinden bir söz sahibi:
— Yusuf'u öldürmeyin de bir kuyu dibinde bırakın ki, kafilenin
biri
onu bir buluntu olarak bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın!
dedi.
Bu teklifi uygun gören kardeşler, Yakub aleyhisselâm'a
vardılar ve:
— Ey bizim pederimiz! Sen neden Yusuf hakkında bize inanmıyor,
onu
bize güvenmiyorsunuz? Cidden biz onun için ricacıyız ki, yarın onu
bizimle
beraber gönder, gezsin, oynasın. Şüphesiz biz onu gözetiriz.
Kendisine bir
şey olmaz! dediler.
Yakub aleyhisselâm:
— Beni, onu götürmeniz her halde mahzun eder. Korkarım ki onu
kurt yer
de haberiniz olmaz! diye endişesini anlattı. Onlar:
— Allah'a yemin olsun ki, biz birbirimize bağlı bir kuvvet
iken, onu
kurt yerse, böyle bir şey oluverse, biz o durumda çok hüsran
çekeriz, diye
cevap verdiler ve Yusuf aleyhisselâmı beraberlerinde götürmeye
babalarını
razı ettiler.
Bunun üzerine vaktâ ki, onu götürdüler ve kuyunun dibine
koymaya karar
verdiler. Fakat âlemlerin sahibi Allahü Teâlâ, Yusuf aleyhisselâma
şöyle
vahyetti:
— Yemîn olsun ki, sen onlara hiç farkında değiller iken, bu
işlerini
haber vereceksin!
Böylece kardeşleri Yusuf aleyhisselâmı kuyunun dibine
bıraktılar ve
yatsı vakti ağlayarak babaları Yakup aleyhisselâm'ın yanına
geldiler,
dediler ki:
— Ey pederimiz, biz gittik yarış ediyorduk, Yusuf'u eşyamızın
yanında
bırakmıştık. Bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Şimdi biz doğru da
söylesek
sen bize inanmazsın. Bir de Yusuf aleyhisselâmın gömleğinin
üzerinde yalan
bir kan getirmişlerdi.
Yakub aleyhisselâm:
— Yok, dedi. Nefisleriniz sizleri aldatmış ve bir işe
sevketmiş. Artık
bir sabr-ı cemil ve Allah'dır ancak yardımına sığınılacak, sizin
bu
söylediklerinize karşı, diye söyledi.
Yusuf aleyhisselâm bu halde kuyu içerisinde beklerken, öteden
bir
kafile gelmiş, kuyuya sucularını göndermişlerdi. Sucu geldi,
kovasını
kuyunun içine saldı:
— A... Müjde, bu bir oğlan! diye bağırdı.
Kafile Yusuf aleyhisselâmı tuttular, ticaret için gizlediler.
Sonunda
değersiz bir bahâ ile onu bir kaç dirheme sattılar. Hakkında
rağbetsiz
davranıyorlardı. Onu satın alan kimse ise Mısır Azizi
Yani veziri İtfir idi. Kendisinin zürriyeti olmayıp zevcesi
Züleyha
ise bakire bulunuyordu. Itfır, Yusuf aleyhisselâmı zevcesine
getirip:
— Buna güzel bak! Umulur ki, bize faydası olacaktır. Yahut
evlât
ediniriz kendisini, diye söyledi.
Yusuf aleyhisselâm kemal çağına erdiği zaman Allahü Teâlâ
kendisine
hikmet ve peygamberlik ilmi bahşetti. O, öyle erişti, derken
hanesinde
bulunduğu hanım onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları
kilitleyip:
— Haydi seninim! dedi.
Yusuf aleyhisselâm ise bu teklif karşısında:
— Allah'a sığınırım! Doğrusu o benim efendim, bana güzel
baktı. Allah
korusun o iyiliğe karşı böyle şey mi olur? Doğrusu zalimler felah
bulmaz.
Döşeğe hainlik etmek, iyiliğe karşı kötülük, ihsana nankörlük
zulümdür.
Senin dediğini yaparsak ikimiz de felah bulmayız.
Yusuf aleyhisselâmın efendisinin hanımı Züleyha ise cidden ona
niyetini kurmuş, ona tamamen gönlünü vermiş, bütün gayretiyle ona
kavuşmaya azmetmişti. Yusuf aleyhisselâm da ona kasdedip gitmişti
amma
Râbbinin âyetini görmeseydi. Hazreti Yusuf hanımın arzusuna
muvafakat
etmedi amma bu onun erkeklik his ve kuvvetinin eksikliği gibi
tabiatından
bir noksanlık olduğundan dolayı değil, Rabbinin delilini yani bu
işin
haram olduğunu, çirkinliğini bütün hakikatiyle o anda bile
müşahede
ediyordu da kaçınıyordu. Yoksa bu helâl olsa idi, o da ona
azmetmiş
gitmişti.
Vuslat olmayınca ikisi bir kapıya koştular, Züleyha Yusuf
aleyhisselâmın gömleğini arkasından yırttı. Kapının yanında
Züleyha'nın
beyine rastgeldiler ve Züleyha hemen:
— Senin ehline fenalık yapmak isteyenin cezası zindana
konulmaktan,
veya elîm bir azâbdan başka nedir? diye suçu Yusuf aleyhisselâmın
üzerine
atmaya kalkıştı.
Hazreti Yusuf bu itham karşısında:
— O kendisi, benim nefsimden arzu almak istedi, diye bunu
reddetti.
Hâdisenin böyle gelişmesinden sonra kimin suçlu olup olmadığı
araştırılmaya başlanınca, Züleyha'nın yakınlarından bir şahid de
şöyle
şahidlik etti:
— Eğer Yusuf'un gömleği önden yırtılmış ise, Züleyha doğru
söylüyor da
Yusuf yalancılardandır. Yok eğer gömlek arkadan yırtılmış ise,
Züleyha
yalan söylemiş de Yusuf doğrulardandır, dedi.
Zira odadan önce Yusuf aleyhisselâm kaçmak istemiş, Züleyha
ise onun
gömleğini arkadan tutarak çekiştirmiş ve çıkmasını önlemek istemiş
idi. Bu
çekişme sırasında da gömlek yırtılmıştı.
Aziz baktı ki Yusuf aleyhisselâmın gömleği arkasından
yırtılmış:
— Anlaşıldı, dedi. O, siz kadınların hilenizden, her halde
sizin
hileniz çok büyük. Yusuf, sakın bundan hiç bahsetme, sen de kadın,
günahına istiğfar et. Cidden sen büyük günahkârlardan oldun! diye
söyledi.
Fakat şehirde bir takım kadınlar da:
— Aziz'in karısı, delikanlısının nefsinden murad istiyormuş,
ona
aşkından yüreğinin zarı çatlamış, kadın besbelli çıldırmış diye
konuşmaya
başladılar.
Züleyha kadınların bu gizliden gizliye yaptıkları
dedikodularını
işittiği zaman, onlara dâvetçi gönderdi ve kendileri için dayalı
döşeli
bir sofra hazırladı. Kadınların her birinin eline de birer bıçak
verdi.
Beri taraftan da Yusuf aleyhisselâm'a:
— Çık karşılarına! dedi.
Kadınlar Yusuf aleyhisselâmı o güzelik içerisinde görür görmez
çok
büyüttüler, ona hayran hayran bakacağız diye ellerini doğradılar
ve:
— Hâşâ, dediler. Allah için bu bir insan değil, apaçık bir
güzel
Melek!
Bunun üzerine Züleyha:
— İşte bu gördüğünüz, hakkında beni kötülediğinizdir. Yemîn
ederim ki,
ben bunun nefsinden murad istedim de o temiz bir fikirle bundan
kaçındı.
Yine yemîn ederim ki, eğer emrimi yerine getirmezse mutlak zindana
atılacak ve mutlak, muhakkak zelillerden olacaktır! dedi.
Bu durum karşısında Yusuf aleyhisselâm:
— Ey Rabbim! Zindan bana bunların davet ettikleri işten daha
sevimli,
eğer sen benden bu kadınların tuzaklarını uzaklaştırmazsan, ben
onların
sevdasına düşerim ve cahillerden olurum, diye niyaz etti.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ duasını kabul buyurdu da, o
kadınların
tuzaklarını bertaraf etti. Hakikat o, öyle işitici, öyle
bilicidir.
Sonra bu kadar delilleri gördükleri halde, Aziz ve "adamlarına
şu
görüş galip geldi:
— Her halükarda Yusuf'u bir müddet zindana atsınlar!
Yusuf aleyhisselâm ile beraber zindana iki delikanlı daha
girmişti.
Birisi:
— Ben kendimi rüyada görüyorum ki, şarap sıkıyorum, dedi.
Diğeri de:
— Ben rüyada kendimi görüyorum ki, başımın üzerinde ekmek
götürüyorum,
onu da kuşlar yiyor, dedi ve bize bunların tâbirini haber ver!
Çünkü biz
seni mahsûllerden olarak görüyoruz, diye söylediler.
Hazreti Yusuf dedi ki:
— Size rızıklanacağınız bir yiyecek gelecek de, her hâlde o
gelmezden
önce ben size bunun tâbirini haber vermiş bulunurum. Bu, bana
Rabbimin
öğrettiklerindendir. Çünkü ben, Allah'a inanmayan ve hep âhireti
inkâr
edenlerden ibaret bulunan bir kavmin milletini bıraktım. Atalarım
İbrahim
ve İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim Allah'a hiç bir şeyi
ortak
koşmamız olmaz. Bu bize ve insanlara Allah'ın bir fazlıdır. Lâkin
insanların ekserisi şükretmezler.
Ey benim, zindan arkadaşlarım, değişik bir çek ilâhlar mı
hayırlıdır,
yoksa hepsine galip ve kahhar olan bir Allah mı? Sizin Allah'dan
başka
taptıklarınız bir takım kuru isimlerden ibarettir ki, onları siz
ve
atalarınız takmışınızdır. Yoksa, Allah, onlara öyle bir saltanat
indirmemiştir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, size kendisinden
başkasına
tapmamanızı emretti. Doğru ve sabit din budur. Lâkin insanların
çoğu
bilmezler.
Ey benim zindan arkadaşlarım! Gelelim rüyanıza: Biriniz
efendisine
yine şarap sunacak, diğeri de asılacak, kuşlar başından yiyecek,
işte
fetvasını istediğiniz emir hâllölundu.
Bir de bunlardan, kurtulacağını zannettiğine, Efendinin
yanında beni
an,- diye söyledi. O kimseye de Şeytan, efendisine söylemeyi
unutturdu da
Yusuf aleyhisselâm senelerce zindanda kaldı.
Fakat Allahü Teâlâ kurtuluşunu murad ettiği zaman da bakın
nasıl bir
sebep yarattı:
Bir gün hükümdar:
— Ben rüyada görüyorum ki, yedi semiz inek, bunları yedi zayıf
yiyor
ve yedi yeşil başaklı, diğer yeri de kuru. Ey efendiler, siz rüya
tâbir
ediyorsanız, bana rüyamı halledin! dedi.
Toplanan heyet dediler ki:
— Rüya dediğin demet demet hayâllerdir. Biz ise hayâllerin
tevilini
bilmiyoruz!
Bu sırada Yusuf aleyhisselâmın zindanda rüyasını tâbir ettiği
kurtulan
kimse, nice zaman geçtikten sonra Hazreti Yusuf'u hatırladı da:
— Ben, size onun tevilini haber veririm, beni gönderin! dedi.
Sonra
zindanda Yusuf aleyhisselâma gelerek:
— Yusuf! Ey Sıddik! Bize şunu hallet: Yedi semiz inek, bunları
yedi
zayıf yiyor ve yedi yedi başaklı, diğer yedi de kuru. Ümit ederim
ki, o
insanlara cevab ile dönerim, gerektir ki, senin de kadrini
bilirler, dedi.
Hazreti Yusuf cevaben dedi ki:
— Yedi sene mutad olduğu üzere mahsul ekeceksiniz,
biçtiklerinizi
başağında bırakınız, biraz yiyeceğinizden başka tabi. Sonra onun
arkasından yedi kurak sene gelecek, önce biriktirdiklerinizi yiyip
götürecek, biraz saklayacağınızdan başka tabi. Sonra onun
arkasından bir
yıl gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, sıkıp sağacak!
Yusuf aleyhisselâmın bu tâbirini duyan hükümdar: — Getirin
bana onu!
dedi.
Bunun üzerine zindandan çıkarmak için kendisine adam gelince,
Hazreti
Yusuf:
— Haydi, efendine dön de sor ona: O ellerini doğrayan
kadınların
maksadları neymiş? Şüphe yok ki, Rabbim onların hilelerini
bilicidir,
dedi.
Melik de o kadınlara:
— Derdiniz ne idi ki, o vakit Yusuf'un nefsinden murad almaya
kalktınız? dedi. Onlar:
— Hâşâ, dediler. Allah için biz onun aleyhinde bir fenalık
bilmiyoruz.
Azizin karısı Züleyha da:
— Şimdi hak ortaya çıktı. Onun nefsinden ben murad almak
istedim. O
ise şüphesiz doğrulardandır. Bu işte şunun için ki, bilsin,
hakikaten ben,
ona gıyabında hıyanet etmedim ve hakikaten Allah hainlerin
hilecini
muvaffakiyete erdirmez, dedi.
Yusuf Aleyhisselâm buyurdu:
— Ben, nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis cidden
kötülüğü
emreden bir kumandandır. Ancak Rabbimin rahmetiyle muamele ettiği
müstesna. Çünkü Rabbimin mağfiret ve rahmeti çok büyüktür! dedi.
Hak böyle açığa iyice çıktıktan sonra hükümdar da:
— Getirin onu bana ki, kendime hass kılayım, kendim için
tahsis
edeyim! dedi.
Bunun üzerine vaktâ ki Yusuf aleyhisselâm ile konuştu ve:
— Sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevki sahibisin, eminsin!
dedi.
Hazreti Yusuf da:
— Beni arz hazineleri üzerine memur tâyin et. Çünkü ben iyi
korur, iyi
bilirim, dedi.
İşte bu şekilde Hazreti Yusuf Allahü Teâlâ'nın lütfuyla
Mısır'da makam
tutup, şanlı bir emniyetle hazinelerin başına geçmiş oluyordu.
Bir de Yusuf aleyhisselâmın kardeşleri çıkageldiler ve yanına
girdiler. Hazreti Yusuf derhal onları tanıdı. Onlar ise kendisini
tanımıyorlardı. Hazreti Yusuf'un kardeşleri de onun daha önce
hükümdara
haber verdiği kıtlık seneleri zuhur ettiği zaman zahire için her
taraftan
gelip müracaat edenler gibi ona müracaat etmişlerdi, işte görüşme
bu
esnada olmuştu. Hazreti Yusuf kardeşlerini bütün hazırlıklarıyla
teçhiz
etti ve tam uğurlayacağı sırada:
— Bana, sizin babanızdan olan bir kardeşi getirin.
Görüyorsunuz ya
ben, ölçeği tam ölçüyorum ve ben misafirperverlerin en
faydalısıyım. Eğer
onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size bir kile zahire
yok ve
bana yaklaşmayın, dedi.
Hazreti Yusuf'un istediği Bünyamin idi ve onlar da bundan söz
edildiğini anlamışlardı.
Onlar da cevaben dediler ki:
— Her halde onun için babasından izin almaya çalışacağız,
babası
bırakmak istemez ama her hâlde biz onu yanından almaya muvaffak
oluruz.
Hazreti Yusuf kendi uşaklarına da:
— Onların sermayelerini de yüklerinin içine koyuverin. Belki
ailelerine döndükleri zaman bu ayrıca yapılan ihsanı anlarlar da
yine
gelirler, dedi. -
Bu şekilde Hazreti Yusuf'un kardeşleri babaları Yakub
aleyhisselâm'a
döndüler ve:
— Ey pederimiz! Bizden ölçek menedildi. Bu defa kardeşimiz
Bünyamin'i
bizimle beraber gönder ki ölçüp alalım. Her halde biz onu muhafaza
ederiz,
dediler.
Hazreti Yakub:
— Hiç ben onu size inanır, güvenir miyim? Bundan önce onun
kardeşi
Yusuf'u emânet ettiğim gibi artık size güvenir miyim? O zaman
«koruruz»
demiştiniz, hani ne oldu? Ancak en hayırlı muhafız Allah'-dır ve
en büyük
rahmet sahibidir, dedi.
Derken Hazreti Yakub'un oğulları yüklerini açtılar, baktılar
ki
sermayeleri de kendilerine iade edilmiş! Bunun üzerine:
— Ey pederimiz! Daha ne isteriz? İşte sermayemiz de bize geri
verilmiş. Yine ailemize erzak getiririz, kardeşimiz Bünyamin'i de
muhafaza
eder, hem onun için de bir deve yükü fazla alırız ki bu az bir şey
dediler.
Yakub aleyhisselâm:
— Onu, asla sizinle beraber göndermem. Tâ ki Allah'dan bana
bir mîsak
veresiniz, Allah'a yemîn edesiniz. Onu her halû karda bana
getireceksiniz.
Her taraftan çevrilip çaresiz kalsanız dahi, dedi.
Onlar da Allah'dan mîsaklarını verip onun üzerine yemîn
ettiler.
Hazreti Yakub:
— Allah söylediklerimize karşı vekil! dedi ve devamla, ey
yavrularım!
Bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla
beraber ne
yapsam, sizden hiç bir şeyde Allah'ın takdir ettiğini defedemem.
Hüküm
ancak Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. O'nun için bütün
tevekkül
sahipleri Allah'a tevekkül etmelidir, diye söyledi.
Hazreti Yakub'un evlâtları babalarının emrettiği yerden
Mısır'a
girdiler. Oradan şehre girmeleri onlardan Allah'ın takdirlerinden
hiç bir
şeyi defetmiyordu. Ancak Hazreti Yakub'un nefsindeki bir haceti
kaza
etmişti. Yani sadece onun düşündüğü bir tedbir yerine gelmişti.
Yoksa
ileride onların başına gelecek olanlardan hiç birine mâni
olmamıştı.
Kardeşleri, Yusuf aleyhisselâmın huzuruna girdikleri zaman:
— İşte emrettiğin biraderimizi, getirdik! diye Bünyamin'i
takdim
ettiler. O da:
— İyi ettiniz, isabet eylediniz, onu nezdimde bulacaksınız!
dedi,
kendilerine ikram etti.
Sonra onlara bir ziyafet verdi ve ikişer ikişer sofraya
oturttu.
Bünyamin ise tek kaldı. Tek kalınca da:
— Şimdi kardeşim Yusuf sağ olsaydı o da beni beraberinde
oturturdu,
dedi ve ağladı.
Yusuf aleyhisselâm da:
— Biraderiniz tek kaldı, dedi ve onu yanına alıp kendi
sofrasına
oturttu.
Sonra yine her ikisine ayrı ayrı birer yatak odası tahsis
etti.
— Bunun ikincisi yok, binaenaleyh bu da benim yanımda olsun,
diyerek
kendi odasına götürdü, koklaya koklaya yanında yatırdı.
Sabah oldu. Yusuf aleyhisselâm Bünyamin'e evlâdı olup
olmadığını
sordu, o da:
— On oğlum var, hepsinin isimlerini kaybolan kardeşim Yusuf'un
isminden müştak olarak koydum, diye cevap verdi. Bunun üzerine
Hazreti
Yusuf:
— O kaybolan kardeşine karşılık olarak ben kardeşin olsam
hoşuna gider
mi? dedi. Bünyamin de:
— Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Amma ne çare ki sen
Yakub ve
Rahil'den doğmuş değilsin! diye içini çekti.
O zaman Hazreti Yusuf ağladı, kalkıp kardeşinin boynuna
sarıldı ve
kendinin hakikî hüviyetini tanıttı da:
— Ben, ben cidden senin o kaybolan kardeşinim. Bu itibarla
artık
aldırma kardeşlerinin geçmişte yaptıklarına ve bu defa da benim
adamlarımın yapması kararlaştırılan muameleye gücenme, mahzun olma
ve bu
anlattıklarımı kimseye sezdirme, duymamış gibi ol, diye tenbih
etti ve
macerayı anlattı.
Hazreti Yusuf daha sonra kardeşlerini bütün hazırlıkları ile
donattığı
vakit, su kabını kardeşi Bünyamin'in yükü içerisine koydu. Sonra
da
adamlarından birisi bağırdı.
— Ey kervan! Siz her hal de hırsızlık etmişsiniz.
Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un kardeşleri bu çağıranlara
dönüp:
— Ne arıyorsunuz siz? dediler.
Onlar da:
— Hükümdarın su kabını, ölçeğini arıyoruz. Onu getirene bir
deve yükü
bahşiş var ve ben onun verileceğine dair kefilim, diye biri cevap
veriyor.
Fakat onlar:
— Allah'a yemîn olsun ki, size muhakkak malûmdur ki biz arzda
fesad
çıkarmak için gelmedik, hırsız da değiliz! dediler. Hazreti
Yusuf'un
adamları:
— Şimdi yalancı çıkarsanız cezası nedir? diye sordular. Onlar
da:
— Cezası, kimin yükünde çıkarsa işte, o onun cezasıdır. Biz
nankörlere
böyle ceza veririz, dediler.
Bunun üzerine Bünyamin'in yükünden önce diğer kardeşlerinin
yükleri
aranmaya başlandı, sonra Hazreti Yusuf o kaybı Bünyamin'in yükü
içerisinden çıkardı.
İşte Hazreti Allah, Yusuf aleyhisselâm için böyle bir tedbir
yapmıştı. Hükümdarın ceza kanununda Yusuf aleyhisselâm kardeşini
ancak bu
şekilde bir yolla atabilmesi mümkündü.
Bünyamin'in kardeşleri, kaybın onun yükünde çıkması üzerine:
— Eğer o çalmış bulunuyorsa, bundan evvel onun kardeşi —Yusuf
da
çalmıştı, dediler.
Bundan kastettikleri ise şu idi ki, Yusuf aleyhisselâmın
anasının
babası bir puta tutkunmuş, Hazreti Yusuf çocukken anasının emriyle
o putu
gizlice almış ve kırmış idi.
Hazreti Yusuf bu ithamdan acılık hissetmedi değil, fakat
içinde
gizledi, sabretti ve onların kusurlarına bakmadı da kendi kendine:
— Siz fena bir mevkîdesiniz. Bu düştüğünüz durumdan dolayı
mahcub
oldunuz. Bu bakımdan böyle bir anda hiddetle ağzınızdan
kaçırdığınız bu
lâfınıza tahammül gerekir, isnad ettiğiniz vasıfları da Allah
bilicidir.
Ben ve kardeşim Bünyamin biliyoruz, Allahü Teâlâ da biliyor ki,
hakikat
sizin dediğiniz gibi değil, bizden hırsızlık sâdır olmamıştır. O
halde
sizin asılsız sözünüzden niçin alınayım? diye söylendi.
Bünyamin'in kardeşleri hiddeti ve şaşkınlığı bir an bırakıp
şefaat ve
rica yoluna dökülerek ellerinden aldırdıkları kardeşlerini
kurtarmak için
kendilerini fedaya razı olarak:
— Ey şanlı Aziz! dediler, emîn ol ki bunun büyük bir ihtiyar
babası
var, onun için yerine birimizi al. Çünkü biz seni ihsan
sahiplerinden
görüyoruz.
Fakat:
— Allah saklasın; eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden
başkasını
alıkoymamızdan. Çünkü öyle yaparsak biz, haddi aşanlardan oluruz!
cevabını
aldılar ve çaresiz kaldılar.
Ümitlerini kesince, fısıldayarak çekildiler ve büyükleri dedi
ki: —
Babanızın aleyhinizde Allah üzerine mîsak, yemîn almış olduğunu,
bundan
önce Yusuf hakkında işlediğiniz suçu bilmiyor musunuz? Artık ben
buradan
ayrılmam, tâ babam bana izin verinceye veya Allâhü Teâlâ hakkımda
bir
hüküm tâyin edinceye kadar ki, o hüküm sahiplerinin en
hayırlısıdır. Siz
dönün babanıza deyin ki:
— Ey bizim babamız! İnan oğlun Bünyamin hırsızlık etti. Biz
ancak
bildiğimize şahidlik ediyoruz. Yoksa gaybın hafızları değiliz. Hem
bulunduğumuz şehre, sor, hem içinde geldiğimiz kervana. Emîn ol
ki, biz
cidden doğru söylüyoruz.
Bünyamin'in kardeşleri gelip babaları Yakub aleyhisselâma
kararlaştırdıkları şekilde söylediler amma hazreti Yakub:
— Yok, size nefsiniz bir iş yaptırmış. Artık, sabr-ı cemil
yakındır
ki, Allah bana hepsini bir getire. Hakikat bu ki, O, bilici ve
hükmedicidir, dedi ve onlardan yüz çevirip:
— Ey kederim Yusuf! diye gamlanmaya başladı ve gözlerine ak
düşüp
cihanı görmez oldu.
Artık üzüntüsünden yutkunuyor, yutkunuyordu. Bu durumu
görenler:.
— Allah'a yemîn olsun ki, hâlâ Yusuf'u anıp duruyorsun!
Nihayet gamdan
eriyeceksin veya helak olanlara karışacaksın, dediler. Hazreti
Yakub:
— Ben, dedi, dolgunluğumu, hüznümü ancak Allâhü Teâlâ'ya
şikâyet
ederim ve Allah'dan sizin bilemiyeceğiniz şeyler bilirim. Ey
oğullarım
haydi gidiniz de, Yusuf ile kardeşinden bir haber almak için bütün
hislerinizle çalışınız, araştırınız. Allah'ın darlıkları aşacak,
sıkılmış
sinelere nefes aldırıp ferahlık verecek lütuf ve rahmetinden
ümitsizliğe
kapılmayın.
Bunun üzerine Hazreti Yusuf'un huzuruna geldiler ve :
— Ey şanlı Vezir! Bize ve ailemize güçlük bulaştı, pek mühim
olmayan
bir sermaye ile geldik, yine bize tam ölçü ver ve bize tasadduk
buyur.
Çünkü Allah, tasadduk edenlere mükâfatını verir, dediler.
Hazreti Yusuf kardeşlerinin halinde kemâle doğru bir
değişiklik ve
uyanış hissetmiş ve artık onlara kendisini tanıtma zamanının
geldiğini
anlamıştı. Binaenaleyh onlara:
— Siz, biliyor musunuz? Cahilliğiniz zamanında Yusuf'a ve
kardeşine ne
yaptınız? diye sordu.
Bu beklenmedik tanıtma karşısında hayrete düşen kardeşleri :
— A, a, sen, sen Yusuf musun? dediler. Hazreti Yusuf :
— Ben, Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize lütfuyla nimetler
ihsan
buyurdu. Hakikat bu ki, her kim Allah'dan korkar ve sabrederse her
halde
Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez! dedi.
Kardeşleri :
— Allah'a yemîn olsun ki, Allah seni bize üstün kıldı. Biz
doğrusu
büyük suç işlemiş idik, dediler. Hazreti Yusuf :
— Size karşı bugün bir tekdir yoktur. Allah, sizi mağfireti De
bağışlar. O, erhamürrahimîn'dir. Şimdi siz benim şu gömleğimi
götürün de
babamın yüzüne bırakın, gözü açılır ve bütün taallukâünızla
toplanıp gelin
bana, diyerek onlara karşı kendi hakkını da afvetmiş oluyordu.
Yakub Oğullarının kafilesi Mısır'dan ayrılıp Kenan iline doğru
yola
çıktığı zaman Hazreti Yakub :
— Ben cidden Yusuf'un kokusunu duyuyorum, inanın bana. Beni
bunak
yerine koymasaydınız, bana bunaklık isnad etmeseydiniz. Yusuf'a
olan
hasretimi ve hüznümü mânâsız bulmayıp takdir etseydiniz, bu sözüme
inanırdınız! diye haber verdi.
Fakat o gafil insanlar :
— Allah'a yemîn olsun ki, sen cidden o eski şaşkınlığında
devam
ediyorsun! diyerek hâlâ «Yusuf!» diye sayıklamasını kınadılar.
Ancak ne
zaman ki hakikaten kervan gelip müjdeci Yusuf aleyhisselâmın
gömleğini
babasının yüzüne bırakıverdi, hemen Hazreti Ya-kub'un gözleri
açılıverdi
de:
— Ben size, Allah'dan sizin bilemeyeceklerinizi bilirim,
demedim mi?
Şimdi anladınız mı Allah, ne büyük ve Peygamberlik ne hakikattir!
dedi.
O vakit gelmiş olan oğulları hepsi birden:
— Ey bizim babamız, bizim günahlarımız için mağfiret talebiyle
dua
ediver. Biz hakikaten suçlu idik. Şimdi ise çok pişman olduk!
dediler. .
Bununla beraber Yakub aleyhisselâm hemen dua edivermedi de : —
Yakında
sizin için Rabbime dua ederim. Şüphe yok ki, O'dur, O, ancak
mağfiret
edici ve rahmet edici, dedi.
Hazreti Yakub bu suretle kendi afvını işaret etmekle beraber
Allah'dan
istiğfarını seher vakti veya Cuma gecesi gibi bir kabul vaktini
gözettiği
için ve daha doğrusu Hazreti Yusuf'la onları helâllaştırıncaya
veya onun
afvını anlayıncaya kadar tehir etmişti. Çünkü mazlumun afn
mağfiretin
şartıdır.
Yakub aleyhisselâm ve hanedanı; Hazreti Yusuf'un istediği gibi
Mısır'a
hareket edip yanına vardılar. Hazreti' Yusuf ve hükümdar
yanlarında dört
bin asker ve devlet adamı ve bütün Mısır ahalisi ile onları
karşılamaya
çıkmışlardı. Hazreti Yakub karşıdan Yehuda'ya dayanarak yürüyordu.
Karşılamaya gelen ahaliye ve atlıların ihtişam ve kalabalığına
karşıdan
bakıp : — Ey Yehuda, şu gelen Mısır'ın Firavunu mu? diye sordu, O
da:
— Hayır, oğlun! diye cevap verdi.
Yaklaştıklarında Hazreti Yusuf'tan evvel Yakub aleyhisselâm
selâm
verdi de:
— Selâm sana, ey hüzünleri gideren! dedi.
Hazreti Yusuf ebeveynini kucakladı, boyunlarına sarılıp
bağrına
basarak hususî yerinde istirahat ettirdi. Bu karşılayış yerinde
oluyordu.
Daha sonra:
— înşaallah, hepiniz emniyet içerisinde Mısır'a giriniz, dedi.
Böylece
Mısır'a girdiler ve annesiyle babasını kendisinin bir taht gibi
olan
yüksek köşkünün üzerine çıkıp izzet ve ikramda bulundu. Hazreti
Yusuf için
anne, babası ve kardeşleri Allah'a şükrolması için secdeye
kapandılar,
işte o zaman Yusuf aleyhisselâm:
— Ey babacığım, işte bu önceden gördüğüm ve senin tâbirini
yaptığın
rüyamın tevili! Onu Rabbim hakikaten hak kıldı, Bana lütuf ve
ihsan
eyledi. Çünkü beni zindandan kurtardı ve sizi sahadan getirdi.
Benimle
kardeşlerimin arasını Şeytan dürtüştürdükten sonra böyle öldü.
Yani
benimle kardeşlerim arasında geçen ve kaale alınmaması lâzım gelen
macera
ne benden ne de onlardan değil, aramızı bozmak için Şeytanın
dürtmesinden
kandırmasından idi. Fakat kardeşlerin arasına Şeytanın sokulması
ne büyük
bir belâ idi. Eğer Allah'ın ihsanı yetişmese idi, ne fenalıklar
olmazdı.
Binaenaleyh böyle bir belâdan sonra Rabbimin bu ihsanları ne büyük
ihsandır. Hakikaten Rabbim dilediği emir için tedbiri ne güzel, ne
hoş, ne
incedir. Hakikaten O, ancak O'dur hikmet ve ilim sahibi.
Ey Rabbim, sen bana mülkten bir nasib verdin ve hadiselerin
tevilinden
bana bir ilim öğrettin. Gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Benim
dünya ve
âhirette velîm sensin, beni müslim olarak al ve beni salihler
zümresine
ilhak buyur!
Hazreti Yusuf babasının elinden tutup hazineleri gezdirmiş,
altın,
gümüş, cevherler, elbise, silâh vesaire hazinelerini dolaştıktan
sonra
yazı yazılacak kırtasiye hazinesine vardıkları zaman, Hazreti
Yakub : — Ey
oğlum, bunlar dururken şu sekiz merhalelik mesafeden bana bir
mektub
yazmadın ha! Bu ne ilişiksizlik? demiş. Hazreti Yusuf da:
— Bana Cebrail öyle emretti! diye cevap vermiş. Babası:
— Peki iyi amma neye sormadın, sen ona benden daha üstünsün?
demiş ve
böylece tekrar sual etmişti. Bunun üzerine Hazreti Cebrail:
— Sen, korkarım ki Yusuf'u kurt yer, dediğinden dolayı Allahü
Teâlâ
bana öyle emretti ve «Benden korksa idin» buyurdu, diye cevap
verdi.
Hazreti Yakub oğlu Hazreti Yusuf ile beraber yirmi dört sene
yaşamış,
sonra vefat etmiş ve Şam tarafında babası îshak aleyhisselâmın
yanına
defnolunmasım vasiyet etmiş, Hazreti Yusuf da bizzat kendisi gidip
babasını oraya defnedip geri dönmüş, sonra da Mısır'da yirmi üç
sene daha
yaşamıştı.